Ramazan ve Davut Yatkın Kardeşlerle Siyer ve Tebliğ Üzerine

Söyleşen: Muharrem BAYKUL

Sireti toplumun değişik katmanlarında anlatma hususunda sergiledikleri farklı tarz ve tecrübeleriyle dikkatimizi çeken Ramazan ve Davut Yatkın kardeşlerle kısa bir sohbet gerçekleştirdik. Ramazan Yatkın, 1976 İstanbul Pendik doğumlu, Kartal’da ikamet ediyor. Evli, iki çocuk babası. Davut Yatkın ise 1979 Pendik doğumlu, Pendik’de ikamet ediyor. Evli, 8 yaşında bir oğlu var. Özel bir şirkette çalışıyor.

Arkadaşlar, sizi bu tarz aktif bir tebliğ faaliyetine sevkeden düşünceler neler oldu, bunları bizimle paylaşabilir misiniz?

DY: Daha önce geleneksel diyebileceğimiz bir dini hayatımız vardı. Dini algılama noktasında henüz teferruata inmemiştik. Mahalle camiindeki hocamızdan, babamızın yaptığı geleneksel ibadet tarzlarından bir şekilde dinimizi yaşıyor idik. Açıkçası tam manada dinimizin şuurunda, farkında değildik. Daha sonra değer verdiğimiz bir abimizin vesilesiyle ıslah yönü ağır basan bir İslam algımız oluştu çok şükür. Zaten İslam’ın içerisindeydik ama bilinçli ve şuurlu bir İslam algısı değildi bu. Bu abimizin yapmış olduğu ev sohbetlerine uzun yıllar katıldık. Tabii ki bu ev sohbetlerinden oldukça istifadelerimiz oldu. Bizlerin de burada verdiği dersler de oldu. Fakat zamanla gördük ki bu çabalarımız sadece ev sohbetlerinde kalıyor. Daha çok bir anlatıcı bir dinleyici şeklinde oluyordu. Biz buradan aldığımız İslami eğitim ve kültürün üzerine ne katabiliriz dedik. Ev sohbetleri verimli olmakla beraber daha öteye geçmiyor gibiydi. Kendi açımızdan ve çabalarımızla bu birikimi salihata, salih amele, toplumsal amele nasıl çevirebiliriz diye düşündük. Bu anlamda ailemizden ve çevremizden görmüş olduğumuz şeylerle birlikte, toplumumuzda tanıdığımız insanlarla ilişkiye geçmeye başladık. Ne yapabiliriz? Ne edebiliriz? Nasıl bir şey yapabiliriz diye sorguladık kendimizi. İnsanlara nasıl ulaşabiliriz dedik. Dedik ki biz insanların yanlarına gidelim. Ağbimle beraber şöyle bir düşünceye vardık: Kahvehanelere, derneklere, işyerlerine, hatta meyhanelere gidelim. Neden derseniz bizim bulunduğumuz muhit itibariyle meyhane oldukça fazla. Balkan göçmenlerin nüfus olarak yoğun olduğu bir yer. Sırf bir meyhane caddesi var. O cadde çok kısa olmasına rağmen 15-20’ye yakın meyhane var. Biz de o mahallede büyüdük. Çocukluğumuzda oralarda uzun bir süreç olmasada çalışmışlığımız oldu. Mahallede bir çevremiz var. O çevremiz doğrultusunda arkadaşlarla iletişime geçelim istedik.

Bu insanlara usulen nasıl yaklaştınız? Mesela kahvehane-meyhane ortamına nasıl giriyorsunuz? Kısaca bahseder misiniz?

DY: Önce o mekanın sahibiyle konuşuyoruz. Çalışmalarımızdan ve kendimizden bahsediyoruz. Gidip diyoruz ki böyle böyle bir çalışmamız var. Sizin için de uygunsa yarım saat veya kırk beş dakika kadar sohbet yapacağız diyoruz. Gün ve saat belirliyoruz. Kendi çevremize de SMS mesaj atıyoruz.  Ve bu şekilde programımızı gerçekleştiriyoruz.

RY: Baktığımızda zaten camilerimizde imamlarımız anlatıyor, ev sohbetlerinde diğer kardeşlerimizde anlatıyor. Bir de toplumda şöyle bir ön yargı oluşmuş. Meyhanedeki adama din anlatılır mı? Meyhaneye giden adam sanki Müslüman değil. Oradaki insanlar dinden habersizmiş gibi. Biz de hayır oradakilerde Müslüman, oradakiler de kardeşimiz dedik. Ama bazı hatalarından, bazı yaşanmışlıklardan dolayı, hata yapmışlardır. Sonuçta bizlerde hata yapıyoruz. bazen onların dertlerini dinleyerek bir psikolog gibi davranıyoruz. böyle bir empati kurarak o insanlara ulaşmaya çalışalım istedik. Bizim amacımız oradaki insanlara direk hadi gel namaza başla, hadi gel oruç tut tarzında değil. Bir takım anlatımlarımızla zihinlerine işaret fişekleri atıp sorgulatmak.

Kimsenin hayatına müdahale etmiyoruz!

Sonuçta kişi kendi yolunu kendisi seçecek, kendisi karar verecek. Biz kimsenin hayat tarzına, yaşam tarzına müdahale etmiyoruz. En azından biz zihnine bu bilgileri atalım, İslami tebliğimiz yapalım. Kendisi yolu seçer veya seçmez. Kişi kendi bilir. Gerek kahvehanede olsun, gerek meyhanelerde verdiğimiz tebliğlerde olsun bizim formatımız Kur’an rehberliğinde, peygamber efendimizi anlatmak. Peygamberi bu çağa taşımak. Bu çerçevede derneklere de gidiyoruz. İşyerlerine de gidiyoruz. İşyerinde iş sahipleriyle konuşuyoruz. Yarım saatinizi, 45 dakikanızı bize ayırın. Gerekirse mesai parasını biz verelim diyoruz. Mesai saatini verdiğimiz yerler de oldu. Bu anlamda genel de karşılaştığımız olumlu tepkiler de oluyor. Mesela şununla çok karşılaştık. Biz peygamberimizi böyle tanımıyorduk. İlk aldığımız olumlu tepki bu yönde.

Peki, yaptığınız bu çabadan kısa örneklerle bahsedebilir misiniz?

RY: Önceki cahili hayatımızda amiyane ifadeyle “alemci” diyebileceğimiz çevreden tanıdıklarımız vardı. Ayrıca profesyonel futbol hayatımda oldu. Bu dönemde hem spor yapıyor, hem gittiğim yerlerde çeşitli meyhaneler, barlar vb. yerlere girmişliğim oldu. Ben bu hayatın içinden gelen biri olarak o toplumun ön yargılarını biliyorum. Ben de önyargılıydım çünkü. Onların neler hissettiğini, neler düşündüğünü, ne yapmak istediklerini tahmin edebiliyordum. Bir abinin tavsiyesiyle Mustafa İslâmoğlu ile tanışmıştım. Tanışmıştım derken onun fikirleriyle, düşünceleriyle tanışmayı kastediyorum. Daha sonra kendisiyle de bizzat tanışmak nasip oldu. Bu düşüncelerden etkilenerek ben de mecazen İslam’a girmiş oldum. Müslüman oldum. Ya da adam gibi Müslüman olma yolunda adım attım. Tabiiki bu aşamaya gelinceye, ulaşıncaya kadar çeşitli yapılara, cemaatlere girdik. Değişik limanlara uğradık. Oralarda değişik, farklı tarzlarda bilgiler almış olduk. Tüm bu süreç sonucunda biz ne yapabiliriz sorusunu sorduk kendimize. Bizim en önem verdiğimiz şey salihattır. Biz hasenatı salih amelden ayırıyoruz. Çünkü hasenat kişinin kendine dönük yaptığı iyiliklerdir. Salihat ise dışa yönelik yaptığı iyiliklerdir. Dışa yönelik, toplumsal iyiliklerde ıslah edici çabalarda bulunmak. Aktif iyilerden olmak. Nasıl aktif iyi olabiliriz, bize düşen nedir diye sorduk. Şöyle bir incelediğimizde, kendimize baktığımızda zaten camilerde, cemaatlerde bu dini konularda almak istediklerini alıyorlar. O tarz yerlere gidip bir şeyler söylemek istediğimizde değişik durumlarla karşılaştık. Bize karşı daha önyargılı oldular. Biz biliyoruz zaten şeklinde almaya çok meyyal olmayan bir tarz karşımıza çıktı.

Fakat bu gittiğimiz yerlerdeki insanlar daha çok alıcı durumundalar. Daha çok araştırmaya yönelik, sorgulamaya yönelik durumları var. Mesaj onlara bu şekilde hiç gitmemiş. Biz de baş başa verip niye bu insanlara ulaşmayalım ki dedik. Burada yol ve yöntem olarak Kur’an’ı merkeze alan bir düşünce tasavvuruyla peygamberimizi bu insanlara anlatma çabasına giriştik. Yani peygamberimizin şekilsel boyutundan çok amaç, mana, maksat boyutunu anlatmak istedik.

Salihat güzellikleri yaymak olduğu için sünnetin başka bir anlamını iletmeye çalıştık. Sünnet tavır demektir. Sünnet çığır açmak demektir. Güzellikler, iyilikler üretmek demektir. Tabii ki gittiğimiz yerlerde tanıdığımız bar, meyhane sahibi arkadaşlarımızdan izin alarak ricada bulunduk. Genelde onlar burada olmaz. Meyhanede peygamber mi anlatılır mı gibi tepkiler verseler de razı olan yerlerde bu çabamızı ortaya koyuyoruz. Diyoruz ki bizim bir arkadaşımız var. Sizin de haberinizin olmadığı bir arkadaşınızı anlatmaya geldik size diye. Nasıl bir arkadaş, nasıl haberimiz olmaz dediklerinde, biz de diyoruz ki “Hz. Muhammed… Bizim, hepimizin arkadaşı. Hepimizin sevdiği fakat tanımadığı. Ya da başka türlü tanıdığımız. Başkalarının bize tanıttığı bir arkadaşımız. Kur’an’ın bize tanıttığı arkadaşımızı burada birlikte tanımaya çalışalım” diye anlatıyoruz. Tabii ki gittiğimiz bu yerlerdeki konuşmalarımızda, sohbetlerimizde, şu şöyledir, bu böyledire değil, onların zihinlerini aktifleştirmeye yönelik tebliğler yapıyoruz. Onları araştırmaya sevkediyoruz. Daha doğrusu dinin ana giriş kapısı olması gereken Kur’an’a yönlendiriyoruz. Biz gittiğimiz yerlerde Kur’an’ın sosyal hayat içerisinde bizlere sunduğu peygamberi onlara anlatmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla kardeşimin de eskiden kalma kahve kültürü de vardı. O kahve kültürünü, ben meyhane ve bar kültürünü birlikte birleştirerek bu insanlara ulaşmaya çalışıyoruz.

Bu çabalarınıza dair ne tür yansımalar oldu?

RY: 2009’dan beri devam eden bir sürecimiz var çok şükür. Elhamdülillah! Çeşitli tepkiler aldık. Bu süreçte meyhane olayını, kahvehane olayını bırakanlar oldu. Bazı arkadaşlar Kur’an halkalarına dahil oldular. Kardeşimle birlikte Kur’an halkaları oluşturup bu Kur’an halkalarından salihat işleyecek insanlar çıkartıp onların da bir Kur’an halkası bulmasını sağlıyoruz. Bu yönde çalışmalarımız devam ediyor. Yani Kur’an halkası oluşturduğumuz insanlar içerisinden çıkıp bir Kur’an halkası daha oluşturan insanlar var Elhamdülillah.

Dediğim gibi bu arkadaşlar o alışkanlıklarını terk ettiler, Kur’an merkezli araştırmalar yapmaya, kendisini geliştirmeye çalışanlar oldu. Bazılarının hala da bu araştırmaları devam ediyor. Bizler peygamberin anlatılan o şekli boyutundan çok hayata dönük yüzünü Kur’an merkezli olarak anlatarak bu insanların yüzlerini, zihinlerini Allah’ın dinine döndürme gayretindeyiz. Anlattığımızda hep şaşırdılar. Dediler ki; Biz böyle bir peygamber tanımadık şimdiye kadar. Bize böyle anlatılmadı. Biz bilirdik ki peygamber cübbe, sarık giyer, devamlı ibadet yapar. Oysa ki bu anlattığınız, ibadetini de yapan, fakat sosyal hayatın içinde, ailesiyle de ilgilenen bir peygamber. Bu peygamber kötülüğü engellemeye çalışmış, iyiliği yaymaya çabalamış, yaşadığı toplumun içinde olan bir peygamber. Kızan, gülen, ağlayan hatta daha ileri boyutuyla dedik ki günah bile işleyebilen bir peygamber. Ki bazen bu konuda bize karşı gelenler de oldu. Biz dedik ki, Allah Kur’an’da peygamberlerin günah işlediklerini, hataya düştüklerini söylüyor. Fakat bu bir hatadır, hatadan dönmek ise bir erdemliliktir. Adem (a) hatadan döndü Adam oldu. Dolayısıyla biz size insan bir peygamber anlatmaya geldik dedik. Allah hatasızlığı kendine has kılmış, hatasız bir kul istemiyor. En çok hatasının farkına varmış kuldan hoşlanıyor dedik. Biliyorsunuz insan kelimesi iki kökten gelir: Ünsiyet ve nisyan. Ünsiyet onun üstün tarafını, onun kemale ulaşmaya doğru olan yanını nisyan ise unutkanlık, günaha, hataya meyilli olarak yaratılmış tarafını ortaya koyar.

Benim için salihattaki en önemli nokta olarak şurası var, ben buna çok dikkat etmeye çalışıyorum: Kur’an’ın tamamına, peygamberin hayatına baktığınızda salihat işleyenler cennete gidecekler. Allah Kur’an’ı Kerim’de Müddessir Suresi’nin 40 ila 49. ayetler arasında, dikkat edin orada cehenneme gideceklerden bahsederken, günah işleyenler cehenneme demiyor, Cehenneme gidecek kişilerden bahsederken salihattan ‘toplumsal fayda’dan, Allah’a şirkten bahsediyor. Tabii ki günahta ısrar etmek, bile bile günah işlemek, kasten devam etmek günaha, bu bir nedir? Şirktir. Ben seni takmıyorum Allah’ım demektir, haşa! Bu anlama geldiği için şirktir. Allah da cehenneme atar. Sadece günahından dolayı kimseyi cehenneme koymaz Allah, bilakis insanı günaha meyilli yaratmış. Dolayısıyla bizim hemen tevbe etmemiz lazım. Tevbe nedir? Allah’ım bizi affet değil, otokritik yapmaktır. Kendi kendine özeleştiri yapmaktır. Ben nasıl böyle bir hata yapabilirim? Bunun düzgünü nedir? Ne yapabilirim? diye çaba sarfetmektir. Yoksa günde binlerce kez “tevbe, estağfirullah” demenin çok bir manası yok bana göre. Bu anlamda okuyucularınızdan bahsettim ayetleri tekrar okumalarını istirham ediyorum.

DY: Daha öncede söylemiştim. İşyerlerine de gidiyoruz. Biz burada sayılara, rakamlara takılmıyoruz. Üç kişi, beş kişi fark etmez. Hatta bir kişi bile olsa gideriz. Bir eczanede anlatırız, kırtasiyede, konfeksiyon atölyesinde anlatırız. Bizim için sayı önemli değil. Yüz kişiye verirsiniz oradan belki bir kişi bu mesajı alır veya almaz bunu bilemezsiniz. Biz kendimizi emri bil maruf nehyi anil münker yapma aşamasında görüyoruz. Kur’an’ın tanıttığı peygamberi hasbelkader biz de hocalarımızdan, okumalarımızdan anladığımız kadarıyla anlatmaya çalışıyoruz. Ev sohbetlerimiz ve  Kur’an halkalarımız devam ediyor. Daru’l-Erkam enstitüsünü, okulunu devam ettirmeye çalışıyoruz. Çabalarımız bu yönde. Biz bir tohum atmaya çalışıyoruz. Bu tohum kahvehanede de yetişebilir, meyhanede de yetişebilir. Kahvehane derken eski adıyla kıraathane yani sizinde bildiğiniz gibi ‘’okuma evi’’ demek. Belki bu anlamda asıl fonksiyonuna döner. O insanları yargılamamak gerek, sonuçta sahabenin hayatına bakıyoruz, hepsi o cahiliyenin içinden çıkmış insanlar.

DY: Yani biz bir sünnet oluşturmak istiyoruz. Bizim de bir sünnetimiz olsun. Biz de bir çığır açalım. Sünnet demek, yaşam demek. Peygamberin yaşamı. O’nun örnekliğini hayata taşımak amacımız. Peygamberin sünnetini bu çağa taşımak. Gerçek bir sünnet algısı oluşturmak istiyoruz. Fiziksel, şekilsel, devamlı ibadetten ziyade peygamberin ne yapmak istediğini, zihni düşüncelerini çağa taşımak istiyoruz. Çünkü fiziksel olarak bakarsak zaten peygamberin sünneti olmaz. Peygamberimizin kendine has bir insani özelliği olabilir. Yoksa burada önemli olan giyim kuşamı değil, onun anlatmak istediği Kur’an-ı Kerim’in maksadı… Diğer pek çok kişi peygamberi bu manada yanlış anlatıyor. Yanlış olan da şu, hep kılık kıyafette kalıyorlar. Neden derseniz bizim anlattığımız insanlarda genelde bu tepkiyi alıyoruz. Herkes kendine göre bir peygamber tarifi yapmış. Biz bu tariflerden beri duruyoruz. Biz peygamberin zihnindeki Allah tasavvurunu, Kur’an-ı Kerim’in bizlere rol model olarak verdiğini anlatmaya çalışıyoruz. Bizim amacımız gayemiz bu yönde. Bu çalışmalarımızda güzel bir kitap çalışması da ortaya çıktı. Genelde hep ibadet eden, camiden hiç çıkmayan, bir peygamber modeli oluştuğu için böyle bir gereksinim duyduk. Bu çalışmalarımız sırasında “Hz. Peygamberden Yansıyan Nükteli Latifeler” adıyla bir kitap da çıkarmak nasip oldu. Hz. Peygamber şaka da yapar dedik. Peygamberi hayatın içerisine olduğunu belirtmek maksadıyla bu eseri kaleme aldık. Acizane Pendik’te yerel bir gazetede haftalık köşe yazılarıyla da insanlara ulaşmaya çalışıyoruz.

RY: Amacımız çığır açmış nebevi sünneti yaymak, insanlara ulaştırmak. Dediğim gibi biz de benzer ortamlardan geçtik. Bize kimse gelmedi. Gelenler de hep mucizelerle dolu bir peygamberi anlattı.

Peygamber ayı ikiye yarmış. İkindi namazı geçmesin diye güneşi durdurmuş. Az buçuk okuyan bir insan olarak bunları havsalam almıyordu. Bu peygamber benim peygamberim olamaz diyordum. Allah’ın kitabındaki, hayatın içindeki peygamberi anlayana dek bu kaygıyı yaşadım. Tüm amacımız bu açıkçası. Bizim için dua eden herkesten de Allah razı olsun.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

RY: Bizim bu şekildeki çabamızı duyan dernek sorumluları, kahvehane, meyhane sahipleri telefonla bir şekilde bizlere ulaşıyorlar. Bizim için mekan, zaman farkı yok. Nereden talep gelirse imkanlarımız dahilinde orada bu çalışmamızı sunarız. Ki talepler de geliyor. Gerektiğinde şehir dışına da çıkıyoruz. Herkes hayatın değişik alanlarında çalışıyor. Biz de bu alanı seçtik. Bu alanda bir boşluk gördük. Çünkü toplumda hep kahvehanedeki, meyhanedeki insanları dışlıyorlar. Bu insanları kim çevirecek, kim anlatacak o zaman? Böyle bir talep olursa her zaman hazır olduğumuzu bu vesileyle belirtmek isteriz.

Bizlere zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Bizler de Kur’ani Hayat dergisine böyle bir imkânı tanıdığı için teşekkür ediyoruz.

 

Follow