Geleneksel Tıp Tedavisinde Kullanılan Fitoterapi

Söyleşi: Medine ORUÇ

Söyleşen: Cuma OBUZ

 

Geleneksel tıp ile ilgili neler söylersiniz? Tarihçesinde hangi isimler var ve günümüzde nasıl uygulanıyor?

Geleneksel tıp olarak bugün günümüzde halen varlığını en çok sürdüren tedavilerin başında “fitoterapi” var. “Fitos” bitki demek, "terapi” tedavi demek.

Bitkisel tedavinin tarihi insan varlığı kadar eskidir. Günümüzde kullanılan bitkisel tıp, kaynağını Çin ve Hindistan'dan almakla beraber İslam dünyasında da çok büyük bilim insanlarının eserlerinden faydalanılır. Bunların başında İbn-i Sina ve Muhammed Zekeriya Razi gelir. Farmakolojinin bir dalı olan fitoterapi, bazı bitkilerin içerisinde yer alan kimyasal maddelerin hiçbir izolasyon işleminden geçirilmeden kullanılması anlamına gelir. Bazı vitaminler, mineraller, organik asitler, eter yağları, fermentler, elementler, karbonhidratlar, hormonlar ve proteinler gibi vücut için faydalı içeriğe sahip bitkiler bu tedavi yönteminde kullanılır. Bitkilerin faydalarından istifade etmek ancak doğru bir şekilde kullanılmalarıyla mümkündür.

Bitkilerin veya bitkisel ürünlerin bilinçsizce kullanımının zararlarına değinir misiniz?

Bilinçsiz kullanım tedavi bir yana belki de bazı hastalıkların ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir. Eğer bitkilerin şifasından faydalanmak istiyorsanız fitoterapist bir hekime başvurmalısınız. O sizin için gereken dozu mizacınıza uygun bir şekilde verecektir. Mesela kullanılacak bitkilerin tarımda kullanılan kimyasal maddelerden uzak yetişmiş olması gerekir. Bu kimyasal tarım ilaçları; alerjiler, virütik hastalıklar, kan hücresi bozuklukları, bağışıklık sistemi bozuklukları ve maalesef günümüzde gittikçe yaygınlaşan kanser hastalığına sebep oluyor.

“Bitkilerin yan etkisi var mı?" diye bir soru soracak olursak şifalı bitkilerde yan etkiye sebep olan, kimyasalların etkisini ortadan kaldıran maddeler de bulunuyor. Dolayısıyla biyolojik bakımdan insan vücudu ile çok daha uyumlu olabiliyor. Örneğin kansızlık tedavisinde kullanılan ilaçların pek çok yan etkisi mevcut. Fakat kansızlık tedavisinde kullanılan bitkinin hiçbir yan etkisi yoktur. Çok uzun tedavilerde dahi bitkilerin faydasından güvenle istifade edilebiliyor.

Bitkilerin kullanımı genellikle bitkinin suya daldırılmasıyla etken maddenin suya geçmesinin sağlanmasıdır. Bu su, hastaya içirilerek bitkinin etken maddesinden istifade edilir. Ancak bazı bitkilerin etken maddesinin suya geçmesi için kaynatılması, bazı bitkilerin de kurutulması gerekir. Dünyada kullanımına bakacak olursak son kırk yıllık dönemde Almanya, laboratuvarlarındaki bitki çalışmalarıyla dünya genelinde lider duruma geldi. Almanya sağlık sigortası sistemi bitkisel olarak hazırlanan ilaçların ücretini öder.

Geçmişten günümüze insanları hem karakter hem de bedensel olarak mizaçlara ayırmışlar. Siz de bu mizaçlardan faydalanıyorsunuz. Bu mizaçları biraz açabilir miyiz? Nedir ve size nasıl bir katkı sunuyor?

Aristoteles’in 4 element yani toprak, su, hava, ateş dengesini duymuşsunuzdur.  “Bu dört elementin insan üzerindeki etkisi nedir?” diye bir soru soracak olursak toprak, hava, su, ateş kâinatta bir denge halinde bulunmaktadır. Bu dört elementin herhangi birisinin dengesizliği veya olmaması durumunda sorun oluşacaktır. Yani hayat bitecektir. Mesela ateşin karşılığı güneştir. Güneşin olmaması durumunda hayat olmaz. Su olmadığında yine hayat olmaz. Toprak, hava da böyledir. Eski hekimler, bu dört element insandan ayrı tutulamaz, demişler. Bunlar her şeyde tesirliyse bu dört elementin insanda da tesirli olması gerekir demişler. Ve yaptıkları çalışmada ateşin karşılığının bedendeki safran maddesi, havanın karşılığının bedendeki kan maddesi, suyun karşılığının hem balgam maddesi hem beyaz sıvıların tamamı, toprağın karşılığının ise dalakta biriken sevda maddesi olduğunu tespit etmişler. Dolayısıyla insanlar bu maddelerle birbirinden ayrılmaktadır. Kimi su mizaçlı, bu kandaki plazmayı gösterir. Kimi toprak mizaçlı, bu kandaki hemoglobini gösterir. Kimi, ateş mizaçlı bu lökosidi gösterir. Kimi de hava mizaçlı bu eritrositleri gösterir. İşte mizaç kavramı bu şekilde ortaya çıkmıştır.

Bazı insanların karakter ve fiziksel olarak birbirine daha çok benzediklerini gözlemlemişler. Bunu tespit etmişler ve insanları dört mizaca bölmüşler. Ana rahminde sperm ve yumurta bir araya geldiği zaman bu dört madde bir araya gelir. Ancak biri daha hâkim duruma geçer ve kişinin mizacı anne rahminde olur. Mesela kişinin demevi yani hava mizaçlı olması durumunda safra (sevda) balgama daha hâkim duruma geliyor ve buna biz diyoruz ki bunun mizacı "demevi". Aynı şey sevda, balgam ve safra için de geçerlidir. Bu maddelerden herhangi birinin bozulması halinde hastalık ortaya çıkar. Bunu günümüzde nasıl izah edebiliriz? Sıcaklık ve soğukluk diyoruz. Mesela işte sevdavi ve balgami mizaçlı insanlara soğuk mizaç, demevi ve safravi insanlara sıcak mizaç diyoruz. Sıcaklık ve soğukluk maddenin PH seviyesi anlamına geliyor. Eski bilim insanları yani kadim hekimler insanları ve diğer canlıları iyi bildikleri, tanıdıkları için var olan her canlıya bir tabiat mizacı belirlemişlerdi. Soğuk cereyan düşük PH, yani kanın asitliğini gösterir; sıcak cereyan yüksek PH, yani kanın alkaliliği yani bazik durumunu gösterir. Sıcaklık + PH alkaliliği, soğukluk -PH asitliliği gösterir. Herhangi bir maddenin PH değeri 7.4 ise o maddenin mizacı mutedil ılımlıdır diyoruz. Eğer kanın PH değeri 7.4’ten düşük olursa soğuk mizaç, yüksek olursa da sıcak mizaç diyoruz. Asidik bir madde hidrojen verici bir maddedir. Alkali bazik maddeler ise hidrojen alıcıdır. İyonların hidrojen aktiviteleri PH ile gösterilmektedir. Asitliği ve alkaliliği birbiri ile ilişkilendirmenin temel amacı vücut sıvılarının iyonik dengesini düzenlemektir. Karbon ve hidrojen fazlalığının atılması sıkıntı olduğunda  kanda asidik ve bazik alkalilik denge de bozulur. Bu durumda PH değeri düşük olan kişilere soğuk mizaçlı, PH değeri yüksek olan kişilere sıcak mizaçlı diyoruz. Çin tıbbı, bu soğuk ve sıcak mizacın yansımasını Yin ve Yang cereyan (denge) olarak görür. Şimdi biz bu şekilde işte PH değeri düşük olan kişilere soğuk mizaçlı, PH değeri yüksek olan kişilere ise sıcak mizaçlı diyoruz. Ve kişinin beslenme şekli , mizaç ilmine göre  tespit edilip onların bu sıvıları dengeli hale getirilmeye çalışılır.

Soğuk cereyan, sıcak cereyan, PH değerinin düşük olması, yüksek olması ya da mutedil olması onların direk psikolojilerine de yansımakta. Hareketlerine, fiziksel aktivitelerine de yansımaktadır.

Sağlık açısından her şeyin dengeli ve doğru beslenmeden geçtiğini söyleyebilir miyiz? "İyi beslenen birisinin hasta olma olasılığı da düşük olur" çıkarımı ne kadar doğru?

Beslenmenin sağlımızın üzerinde etkisi %80 civarıdır. Mesela rafine gıdalar, tuzlar…Yani rafine tuzlarla, rafine unlarla, rafine yağlarla beslenen insanlar tabii ki hastalanırlar. Herkes için bu gıdalar çok zararlıdır. Bu arada gıda olarak parantez içinde söylüyorum çünkü aslında onlar birer zehirdir. Bazı gıdalar bazı mizaçlara çok faydalıyken bazı mizaçlara çok zararlıdır. %80 civarı yediklerimiz ve içtiklerimize  bağlıdır sağlığımız. Bir de bakış açısının insanın sağlığı üzerinde çok etkisi vardır. Pozitif bakış kişinin ümmin sistemini güçlendirir, hastalıklarla savaşmasını sağlar. Bakış açımızı iyileştirmek konusunda bilinçlenmemiz gerekiyor. Şimdi yemekle beraber sıvı alımını bırakmak gerekiyor. Çünkü sıvı alındığı zaman yemekle beraber, midenin hazmı bozulur. Midemize aldığımız yiyecekler için orada asitler salgılanır ve bir emilim gerçekleşir. Ama biz ne yaparız? Sıvı alırsak midenin o programını, o hazmını bozmuş oluruz. Dolayısıyla oradaki yemekler çürüyecek ve çürüyünce enflamasyon yani iltihaplanmaya sebebiyet verecek. Vücudun değişik yerlerinde yel oluşmasına sebebiyet verecek. Yani karbondioksit oluşumuna sebebiyet verecek. Mesela işte bel tutulmaları, kulunç tutulması, bazı romatizma çeşitleri, gut bu yellerdir. Bunlar hazmedilmemiş gıdaların vücuda girmesinden kaynaklanır.

Mesela fikir gücünü çok kullanan araştırmacıların, eğitimcilerin, öğrencilerin bazik beslenmeleri gerekiyor. Bu onların fikir, düşünme aktivitelerini arttırır. Bu kişiler bal, tahin, pekmez, yumurta, ceviz, badem, fındık, fıstık gibi kuru yemişler, kuru meyveler yemelidirler. Kuru incir gibi hurma, hünnap gibi kuru meyveler tüketmelidirler. Soğuk mizaçlı gıdalar kişinin fikrini, düşüncesini, araştırma yapmasını, okuyup anlamasını  vb. fikri aktivitelerini olumsuz etkileyecektir. Soğuk mizaç yani asidik beslenme olan süt ve süt ürünleri, beyaz un ve beyaz şeker, rafine gıdalar, ısıl işlem görmüş gıdalar, market tavukları, dana eti, burger tarzı yiyecekler, asidik içecekler kişinin düşünce aktivitesini azaltacak; dikkat dağınıklığı, konsantrasyon bozukluğuna sebebiyet verecektir. Mesela sabah kahvaltısında domates, salatalık, süt, peynir, yoğurt gibi soğuk mizaçlı yani PH’ı düşük gıdalar fikir aktivitesini düşürür. Okula bu şekilde beslenip giden öğrenciler derslerine odaklanamayacak, dersin çoğunu anlayamayacaklardır. Şimdi bakın: Gece insanlar süt içip veya yoğurt yiyip yatıyorlar. Biliyorsunuz insanda gün içerisinde aktivitelerinden dolayı yorgunluk oluşur ve vücudunda, kaslarında laktik asit birikir. Kişi kaliteli bir uyku uyuduğu zaman ne olur? Bu laktik asitini boşaltıp temizler. Ama vücudumuza biz gece yatmadan önce süt, yoğurt gibi soğuk mizaçlı gıdalar aldığımızda hatta soğuk su içtiğimizde bile bunların  bir miktar olumsuz etkisi olur. Bu laktik asidin daha çok artmasına sebebiyet verir. Dolayısıyla sabahleyin vücudumuz laktik asidini atmadan uyanacağı için yorgun, bitkin olur. Fikir aktivitelerimiz düşer. İşte bunun için de süt ürünleri tüketmemek gerekiyor. Çünkü süt ürünleri laktik asit oluşumunu arttırıyor.

Sabah kahvaltısının yapılmaması veya saat 9’dan sonra yapılması diyabet veya obeziteye sebebiyet verir. Sabah kahvaltısının yapılmaması durumunda tüm vücut, iç organlar uyur. Bu da vücudun fazla yük alıp hastalanmasına sebep olur. Fikir aktivitesini düşürür. Akşam yemeği uyumadan 4 saat önce yenir. 10 badem, 4 hurma 26 litre köy sütünden daha fazla kalsiyum almamızı sağlar hem de laktoz içermediği için laktaz emilimine kesinlikle zarar vermeyecektir. Bağırsaklarımızın probiyotikten düşmesine de sebebiyet vermez. Daha sağlıklı oluruz. Yiyeceklerimizin sağlığımız üzerindeki etkilerini tabi ki iyi düşünmek gerekir.

Alternatif tıp mı yoksa tamamlayıcı tıp mı? Geleneksel tıp, modern tıbbı reddeder mi?

Eski çağlardan beri insanlar hastalıklardan korunmak için ve onları tedavi edebilmek için doğal bitkiler, hayvansal maddeler, madenler, şifalı sular gibi birçok yöntem kullanmıştır. Gözlem ve deneme yoluyla elde edilen bu bilgiler binlerce yıl birikerek kültür mirası olarak kuşaktan kuşağa yazılı ve sözlü olarak aktarılmıştır. Günümüzde hala bu tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Tamamlayıcı tıp ise modern tıbbın tedavi protokollerine ilave olarak ya da destek amaçlı kullanılan yöntemlerdir. Tamamlayıcı tıbbın temelinde hastaya ve hastalığa bütüncül yaklaşım vardır. Tıbba alternatif değildir. Birçok yöntem Batı tıbbı içinde de yer alır. Konvansiyonel tıp dediğimiz tedavi klasik tedavilerle birlikte uygulanabilir. Hastanın şikayetini değil tüm vücudunu iyileştirmeye çalışır.

Dünya sağlık örgütü tamamlayıcı tıbbı teşvik etmektedir artık. WHO 2013 yılı kaynaklarında, geleneksel ve tamamlayıcı tıbbın modern tıbba katkı sağlaması için güvenli, etkin ve uygun kullanımının teşvik edilmesi gerektiğini söylemiştir. Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, İsviçre, Küba, Japonya, Şili gibi ülkelerde nüfusun %40’ından fazlası geleneksel ve tamamlayıcı tıbbı genellikle yılda bir kez kullanmaktadır. İngiltere'de tamamlayıcı terapi ücretleri, sosyal güvenlik sistemi tarafından karşılanmaktadır.

Hacamat ve sülük tedavisi nedir? Bu tedavi herkese yapılır mı?

Sülükle tedavi anlamına gelen 'hirudo terapi' antik çağlardan beri hekimler tarafından tedavi aracı olarak kullanılmıştır. Sülükle tedavinin kaynakları milattan önce yaşamış olan Babil’in hekimlerine kadar gitmektedir. Milattan önce 3. yy'da Mısır hekimlerinin vazgeçilmez tedavi yöntemleri arasında yer aldığı bilinmektedir. Yine M.Ö. 2. yy'da Ege kıyılarında yaşamış olan Hekim Niko Andros, M.S. 1. yy'da Yunan Hekim Plini ve M.S. 2. yy'da yaşamış olan Galen sülük tedavisini uygulamışlardır. İbni Sina’nın kitaplarında da sülük tedavisi yerini almıştır. Ne var ki 20. yy'da elini doğadan çeken insanlık sülük tedavisini unutmuştur. Amerikalı araştırmacı Roy Sawyer sülüklerin potansiyel tedavi edici etkinliklerini ortaya koyup dünyanın ilk modern sülük üretim çiftliğini, Biopharm, İngiltere’de kurmakla sülüğün tıbbî kullanımını günümüzde tekrar hatırlatmıştır. Günümüzde sülük tedavisi biyolojik etkileri açısından benzeri olmayan bir tedavi yöntemi olarak nitelendirilmektedir. Almanya’da 300’ü aşkın hirudo tedavi kliniği vardır. Hirudo medicinalis, Alman tıbbî ilaçlar kanunun 4. maddesinin 1. bendi olarak tıbbî ilaç olarak kabul edilmiştir. 4. madde olarak da hazır tıbbî ilaç olarak kabul edilmiştir. Bunun uygulama olarak enjektöre çekilen ilaçtan farkı bu ilacın enjeksiyon şeklinde bizim tarafımızdan değil "hirudo medicinalis" adı verilen canlının ağzından verilmesidir. Amerika’da sülük tedavisi uygulayan hekimlerin kurduğu derneğin binden fazla üyesi vardır. Amerikan gıda dairesi, FDA, sülük tedavisini akredite etmiş, Avrupa’daki gibi eczanelerde satılmasına izin vermiştir. Sülükler, 650’den fazla türü olan hirudinea sınıfındandır. Bütün sülükler kan emici ektoparazit değildir. Sivrisineklere benzer şekilde ağrı oluşturmadan deriyi ağızlarında yer alan çenenin üstünde bulunan 3 adet keskin diş ile insize ederek kan emmeye başlar. Ve salgısındaki çeşitli mediatörleri, lokal anestezikleri, histaminleri ve benzeri pıhtılaşmayı, yayılmayı engelleyici aktörleri, antibiyotikleri...vs maddeleri bölgeye salarlar. Türkiye’de hirudo medicinalis, hirudo verbana türü vardır. Bu sülüklere tıbbî sülük adı verilir. Sülüğün tıbbî etkileri üç ana maddeye ayrılabilir: Flebotomi: İçerideki pıhtıyı yok etmek üzere bir damara müdahale. Refleks uyarımve blyoaktif salgı içeriği. Sülükler kan emerken vücuda kendi ürettikleri salgıyı verirler. Bu salgı şu ana kadar izole edilebildiği kadarıyla 100’e yakın biyoaktif madde içermektedir. Bu maddelerin bir kısmı kanın pıhtılaşmasını engellerken bir kısmı oluşmuş pıhtıları eritmekte birkaçı ağrı kesici özellikleri sergilemektedir. Bir bölümü de kan basıncını dengelemektedir. Ayrıca sülük tedavisinin antidepresan, antibakteriyel, antioksidan etki oluşturduğu yapılan çalışmalarla ortaya konmuştur. Sülüğün tıbbî etkilerinin tamamı antibakteriyel, aneljezik, antiromatizmal, antihipertansif, antideprasan, miyoklosan, antioksidan, nörotrofik... Şimdi sülük hemen hemen kanla ilgili bütün hastalıklarda uygulanabiliyor. Lakin sülük herkese uygulanmıyor. Kan değerleri düşük olan kişilere sülük uygulaması yapmıyoruz. Bir de mizacı çok asitli olmuş insanlara sülükle müdahale edilmiyor. Onlara ilk önce iç organların detoksifikasyon yani bağırsak, karaciğer emiliminin düzeltilmesini gerektiren bitkisel müdahaleyi tavsiye ediyoruz. Bunun yanı sıra zayıf kişiler, nakavt dönemindeki kişiler, bazı çocuklar ve yaşlı insanlara uygulama yapılmamaktadır.

Hacamat; kanı koyulaştıran, katılaştıran alyuvarları, vücutta dolaşımı bozan asitleri vakumlama şekli ile dışarı atma işlemidir. Hacamat 5000 yıllık tarihe sahiptir. Şu anda elimizdeki kaynaklara göre, Ebers papirüslarında M.Ö. 1550 yılları arasında Mısırlıların hacamat yaptığına dair veriler var. Yine arkeoloji uzmanları M.Ö. 1000'li yıllarda Çin’de hacamat yapıldığının kanıtını bulmuşlar. Hipokrat hacamatı iç hastalıkların tedavisinde ve genel hastalıkların tedavisinde kullanılmış. Hipokrat’ın kullandığı yöntem zamanla Avrupa ve diğer Asya ülkelerine yayılmıştır. Sonrasında hacamat Avrupa ve Orda Doğu’da hormonal patoloji kanunları üzerine kurulup dünyanın birçok yerinde uygulanır hale gelmiştir.  Özellikle İngiltere’de, Almanya’da ve daha birçok gelişmiş dünya ülkesinde hacamat yasal olarak tamamlayıcı tıp olarak kabul edilmiş. Hacamat uygulması migren, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, baş ağrısı, bel-boyun ağrıları, romatizma, iltihaplı eklem hastalıkları gibi damar yolu rahatsızlıklarında son derece faydalı sonuçlar vermiştir. Peki tek başına hacamat bir insanın iyileşmesi için yeterli mi? Kesinlikle yeterli değil. Fonksiyonel tıp, bütüncül tıp büyük bir alandır. Hacamat ondan çok küçük bir cüzdür. Ama hacamat herkese yapılır mı? Hacamat herkese yapılmaz. Kan değerleri düşük olan insanlara hacamat uygulaması yapılmaz. Hacamatın yapıldığı ortamın steril olması, kullanılan malzemelerin tek kullanımlık olması şarttır. Bunlar çok önemlidir. Bunlara dikkat edilir. Hacamat kılcal damarlarda birikmiş; atar ve toplar damarlarda kan dolaşımını etkileyen-yavaşlatan toksik maddeleri temizlemede mükemmel tedavi yöntemidir. Deri altındaki dokularda birikmiş ve biriktiği noktada ilgili organın beyin ile iletişimini sağlayan sinirleri tıkayan atıl kalmış pis kan ile birlikte toksik maddelerin vakum ile dışarı atılma işlemidir. Yani işte çöplüklerde biriken metan gazı gibi zaman içerisinde insanın vücudunda da toksik maddelerin oluşturduğu gazlar vardır. Onu dışarı alma işlemidir. Hacamat kesinlikle kan alma işlemi değildir. İşte internette falan görürsünüz öyle bardak bardak kan boşatırlar. Böyle bir şey değildir. Hacamatta en fazla 10 cc kadar kan alınır. Bu da zaten tamamıyla gazlardan oluşan bir şeydir. Pıhtılardan oluşur. İbni Sina hacamat için 'Vücudu kusturma yollarından birisidir.' der.

Hacamatın bağışıklık güçlendirme üzerinde olumlu etkisi vardır. Özellikle ilk baharda yapılan hacamatın vücuda çok katkısı var. Doğal kortizon üretimini arttırdığı için hastalıkların kolay iyileşmesini sağlar. Özellikle endorfin hormonunu yükseltme özelliği vardır.

Ülkemizde ilaç kullanımı çok yüksek. Bu konuda ne söylersiniz?

Bugün bizim ülkemizde yaklaşık 18 milyon kişi tansiyon hastası. Yani bu her üç yetişkinden birinin tansiyon hastası olduğunu gösteriyor. Migren hastalarının sayısı asgari 5 milyon olup başı her ağrıdığında aspirin, panalgine, novalgin alanların sayısı neredeyse 20 milyon. Şeker hastalığı, bel fıtığı, romatizma, boyun fıtığı, karaciğer yağlanması, fibromiyaliji, depresyon, parkinson, egzama, vertigo, sedef, varis, unutkanlık, halsizlik, kronik baş ağrısı yaşayan hastaların listesi de uzar gider. Nerdeyse nüfusun %80'i hastadır. 3'ten fazla hastalığı olanların sayısı da nüfusun %30'unu teşkil etmektedir. Geçmişte hiç kimse kolay kolay hastalanmazken günümüzde nerdeyse hasta olmayan kalmamıştır. Sadece Türkiye değil dünya nüfusunun tamamı hasta. Peki toplum niye hasta? Günümüz koşullarında tükettiğimiz gıdaların nerdeyse tamamı bir şekilde GDO’su değişmiş, hormonlu vesairedir. Sadece bu gıdalar insanları hasta etmeye yeterlidir. Yani her gün hem ekzotoksinler hem endotoksinler vücudumuzdan atılmadığı için hasta nüfus gittikçe artmaktadır. Peki modern tıp bu konuda neler yapıyor? Modern tıbbın tabi ki çok güzel çalışmaları var. Lakin kullanılan sentetik ilaçlar birçok hastalığı sadece arttırıcı niteliktedir. A hastalığına yakalan hastaların sentetik ilaç almaya başladığında bir iki yıl geçmeden B hastalığına yakalanması neredeyse kaçınılmazdır. Bu konuda yetkililerin artık doğal ilaç yapımına, farmakolojiye, fitoterapi alanına yönelmesi şarttır. Sentetik ilaç kullanımının minimuma indirilmesi; tabii ilaçların, bitkilerin ve bazı hayvansalların farmakolojide kullanılması gerekir. Bu yetkililer tarafından kesinlikle düzenlenmesi gereken bir konudur. Hani bu konular tabi ki bizi aşıyor. Mesele GDO’lu ve hormonlu gıdaların üretimine, tüketimine izin verilip halen teşvik ediliyor. Ondan sonra hastalanan kişiye ilaç yazmak; seyir halinde veya park halindeki otomobile taş atıp, camını kırıp, tekerleklerini patlattıktan sonra asıl sahipleri tarafından (ilaç firmaları olan ve bu ilaç firmalarının sözcülüğünü yapan üyelerin kârdan belli pay aldığı)  mecburi tamir merkezlerine yönlendirilmesi işleminden başka bir şey değildir. (2.29-2.59) (İstersen bu kısmı yazma belki ilaç sektörü ile başımız belaya girebilir. Ama şunu yazabilirsin.) Kesinlikle hani sentetik ilaç kullanımının azaltılması ve buna bağlı olarak doğal (tabii) bitkilerin kullanımına devletin bir şekilde düzenleme getirmesi, farmakolojiye yeniden bitkilerimizi kazandırma çalışmaları yapılması gerekiyor.

Aktarlık, doğal ürünler, kapsüller veya alternatif tıp adı altında insanları suistimal edenler var. İnsanlara her derde deva diyerek sattıkları ürünlerle ciddi rant elde edenler var. Bu konuda uyarılarınız olur mu?

 Eğer bizim farmakoloji sektörümüz yani sağlık bakanlığı ve bu konudaki yetkililer buna bir düzenleme getirmezlerse merdiven altı doğal ürün üreten insanlar çoğalacaktır. Bunların kontrol edilme mekanizmaları da maalesef söz konusu değildir. Gerçekten faydalı ürünler yapanların sayısı fazladır. Lakin bunlarda uçuk, fahiş fiyatlar söz konusu, buraya da tabi düzenleme getirilmesi gerekiyor. Doğal ürünler, aktar ürünleri konularında. Ayrıca aktarların kesinlikle bir farmakolojik eğitime tabi tutulmaları gerektiğini düşünüyorum. Yani onların belirli bir eğitime tabi tutulmaları, bitkilerin anatomisini öğrenmeleri, her insana her bitkinin verilmeyeceğini bu konuda bilinçlendirilmeleri gerektiğini öneriyorum. Hani hiçbir ürün tek başına her derde deva olamaz. İşte mesela ne dedik fonksiyonel tıp, doğal tıp, tamamlayıcı tıp; o bir bütündür yani bir bütünün bir parçasını alıp tutup “bu senin her türlü hastalığına iyi gelecek” demek. İnsanı sadece istismar etme yoludur. Mesela sadece hacamatın bütün hastalıklara iyi geleceğine, sülük uygulamasının veyahut sadece masajın, manuel terapinin veya sadece akupunkturun, doğal bir takviye ürününün veya sadece bir bitkinin bütün hastalıklara mucizevi bir şekilde iyi geleceğini söylemek insanları aldatmanın ötesinde bir yere gidemez. Fakat bütüncül olarak hastayı ele alıp onun için mizacına en uygun beslenme tarzını belirleyip lifestyle yaşam tarzını değiştirerek doğru yaşamayı öğretmek. Bunun yanında iyi kaliteli bir uyku, melatoninin salgısını artıracak. Çünkü iyi salgılanmamış bir melatonin gündüz de iyi bir serotonin üretimini engeller. Biliyorsunuz iyi bir serotonin üretilebilmesi için de kaliteli bir uyku yani melatonin salgımızın çok olması gerekiyor ki bu melatoninin serotonine dönüşmesi gerekiyor. Bunun için tabi ki kaliteli gıdalarla beslenmek gerekiyor. Kaliteli gıda alımı;  işlenmemiş, rafine olmamış gıdalarla; doğal, zirai ilaçlardan uzak olarak yetiştirilmiş taze sebzelerle, taze meyvelerle, taze kuruyemişlerle; doğru alınan proteinlerle vs. olacaktır. Bunun yanı sıra kesinlikle egzersiz yapmak. İnsan hareket edebilen bir canlıdır. Allah bize bu ayakları boşuna vermedi. Gün boyu sürekli masa başında çalışmak, gün boyu ofislerde çalışmak, gün boyu ya da evde televizyon başında kanepelerde oturmak, koltuklarda oturmak. Hareketsiz bir yaşam tabi ki obezite ile beraber endokrin sisteminin mahvolmasını ve bununla beraber birçok hastalığın tetiklenmesini de beraberinde getirecektir. O yüzden insanların günde en az 1 saat yürümesi çok önemli, kaliteli su içmeleri çok önemli. Canlı su dediğimiz, hani durgun damacana suları kullanmamak iyi filtrelenmiş sular kullanmak. Bunun için işte krolofili filtrelerle sularımızı arıtmak, o temiz suları içmek. Bunlar bizim sağlığımıza elbetteki çok faydalı olacak. Yine bakış açımızı değiştirmek; olaylara pozitif bakmak, hadiseleri pozitif değerlendirmek, insanları sevmek, tabiatı-canlıları sevmek. Cansız zannettiğimiz aslında taşların bile canlı olduğunu onların içindeki atomların sürekli döndüğünü gören bir insan olabilmek.  Kendisini tabiatın bir parçası görüp tabiatla bütünleşmesi, sağlığın tabiattan gelebileceğine inanması onun sağlığına gerçekten çok büyük katkı sağlayacaktır. Bununla beraber doğru, etik bir cinsel hayata sahip olmak. Çünkü bizim vücudumuz, endotoksin ve ekzotoksinlerin (5.00) bir kısmını hatta büyük bir çoğunluğunu (%60 ını) doğru ve etik bir cinsel hayatla dışarı atıyor. Bunu da göz ardı etmemek gerekiyor. Bugün evlilik yaşları son derece geciktiriliyor, bu da insanların sağlığının bozulmasını olumsuz yönde etkiliyor. Bununla beraber doğru nefes almak çok önemli. Bakın insanlar nefes almayı bilmiyorlar. Bugün insanlara baktığımızda akciğerlerin ancak %30 unu kullanabiliyorlar. Pranayama nefesleri dediğimiz nefesi almak. Nefesin enerjisini hissetmek, almak. Derin diyagram nefesleri almak, bunu günde en az 50 kez tekrarlamak sağlığımıza çok faydalı olacaktır. Yine insanın dinginleşmesi, bu hızlı şehir hayatında biraz durgunlaşabilmesi, durması için biraz düşünce egzersizi yapması gerekiyor. Düşünce egzersizleri, yani kendisini evrenle bir bütün halinde görmek, hani Mustafa Hoca'nın dediği: “ O muhteşem koronun bir parçası olarak kendisini görmek.” o koroda cırtlak bir ses çıkarmamak, o ahengi bozmamak ve daha birçok doğal-doğru yaşam stilini benimsemek. Tüm bu konularda kendisini geliştiren insan hem kendisi huzurlu ve mutlu olur hem çevresindeki insanları huzurlu ve mutlu eder hem de fikir aktiviteleri daha güzel olur, daha çok üreten bir insan olur. Tüketen bir insan modundan kurtulur.

 

Tamamlayıcı veya geleneksel tıp konusunda devletin veya üniversitelerin bir şeyler yapması gerektiğini düşünüyor musunuz?

 Bugün dünyanın birçok yerinde tamamlayıcı ve geleneksel tıp konusunda devletler ve üniversiteler ciddi manada çalışmalar yapıyor. Normal geleneksel tıp eğitimi 6 sene, modern tıp eğitimi gibidir. Aynı sekilde hücrenin çekirdeğinden başlar çalışmaları. Eğer bizler bir şeyleri eğitimle yapmazsak o boşluğu dolduracak bir şey mutlaka gelecek. Çünkü insanlar gerçekten hasta ve denize düşen yılana sarılır misali durumdalar. 20 senelik baş ağrısı çeken bir insan, siz ona keçi pisliği ye deseniz dahi bunu kabul edecektir. İdrar içirseniz bunu da kabul edecektir. Deve idrarı sana şifadır dediğinizde buna da inanacaktır. Onun toksik bir madde olduğu gerçeğini bilse bile. Ama o kadar çok ağrısı vardır ki o insan derdinden mustariptir ve ondan kurtulmak isteyecektir. Hani suiistimale açık, istismara açık bir konudur insan sağlığı. İnsan sağlığının istismar edilmemesi, sağlıkta kâr amacı güdülmemesi, bu sahanın rant haline çevrilmemesi, için bilimsel kurullar tarafından tedbir alınmalı yani bilim merkezlerimiz tarafından artık bu işe gerçekten el atılmalı ve bilimsel olarak çalışmaların daha iyi yürütülmesi gerekir. Eskilerin deneyimlerini yani kadim tıbbın deneyimlerini gelecek teknoloji ile birleştirerek insan sağlığına en iyi şekilde nasıl sunabilirim yoluna bakmak gerekiyor. Çünkü kanıta dayalı tıp demek; geçmiştekilerin tecrübelerinden istifade etmek, deneyimleyerek bize aktarılan bilgileri kendi çağımızda en güzel şekilde insanların hizmetine sunabilmek, bununla ilgili bilimsel çalışmalar yapmak mecburiyetindeyiz.

 

 

Follow