Hayrettin Karaman ile Eğitim Üzerine
Söyleşenler: F.Güngör, M.Baykul
2009 Ocak-Şubat (Sayı 4)
Selamun aleykum, muhterem hocam, bütün ömrünü eğitim ve öğretime adamış, haklı olarak “hocaların hocası” unvanını almış bir üstadımız olarak eğitimi nasıl tanımlıyorsunuz? Eğitim deyince neyi anlamalıyız?
Bizdeki karşılığı terbiye değil, te’dîb olması gereken eğitim, “inancı ve düşünceyi kişiliğin kurucu unsuru ve kişinin hayat tarzı haline getirmek için yapılan faaliyetler bütünüdür.”
Müslüman toplumların eğitim sistemlerinde Kur’an-ı Kerim’in yeri nedir? Kur’an ne kadar müdahil Müslüman toplumların eğitim hayatında?
Kur’an-ı Kerim, Müslüman toplumlarda başlar üstündedir, üzerine yemin edilir, göbek hizasından yukarıda tutulur, abdestsiz dokunulmaz, ölülerin ruhları için ve sevap kazanmak için okunur… Ama Müslüman bireyin her davranışında rehberlik eden, onun inanç, amel, duygu ve düşünce dünyasına ışık tutan bir kitap, bir kılavuz olarak -kâmil manada- yoktur (bu alanda önemli eksiklikler vardır).
Kur’an-ı Kerim’in şahsiyeti ve toplumu terbiye etmesinin önündeki en önemli sorunlar sizce nelerdir? Asr-ı saadette Müslümanların tabi olduğu Kur’an ile bizim elimizdeki Kur’an aynı olduğu halde, vahiy muhatabını terbiyede neden aynı etkiyi gösterememekte?
Kur’an-ı Kerim ile sıradan insanı baş başa bıraktığınızda eğer Kur’an onu eğitmeye ve öğretmeye yetseydi Peygamberimize, Kur’an’ı tebliğ etme dışında bir görev verilmezdi. Peygamber’imiz Kur’an’ı tebliğ etmiş, açıklamış, insanlara bilmediklerini ve hikmeti öğretmiş ve onları eğitmiştir (tezkiye etmiştir). Sevgili Peygamber’imiz bunları yaparken “Kur’an’a hâkim, onu gölgeleyen, arka plana atan” bir eğitimci olarak değil, bizzat kendisi Kur’an’a hadim, onu rehber edinen ve onun ışığında vazifesini yapan bir rehber olarak davranmıştır. Bugün de Hz. Peygamber’in rehberlik, eğitimcilik usulünü uygulayan eğitimcilere ihtiyaç var ve yokluk, eksiklik bunların eksikliğidir.
Gerek Batı’da ve gerekse Doğu’da geliştirilen eğitim sistemlerini Kur’an’ın terbiye metodu açısından nasıl değerlendirirsiniz?
Batı bütün alanlarda Yahudilik ve Hristiyanlığın, aydınlanma felsefesinin ve modernizmin etkisi altındadır. Batı’nın insan ve eğitim anlayışı da bu çerçeveye dâhildir. Batı’da Allah inancı bir aksesuar gibidir, asıl önemli ve merkezde olan insandır, ama bu insan “İslam insanı” değildir. Başı ve sonu belli olmayan, kendisi ve bu dünyadaki hayatı önemli olan, bütün imkân ve kabiliyetini bu dünyada “mutlu” olmaya tahsis eden, mutluluğu da aşk adını verdiği cinsellik ile maddi tatminde arayan bir insandır (istisnalar kaideyi bozmaz).
Eğitim ile insan tasavvuru arasında ayrılmaz, birbirini tamamlayan, adeta sebep-sonuç ilişkisini yansıtan bir alaka vardır. Bu sebeple İslam’ın eğitim amaç ve ilkeleri ile Batı’nınki arasında örtüşmeden söz edilemez.
Bütün bir ilim yolculuğunuz sırasında en çok istifade ettiğiniz isimler kimler?
İsim sayarak cevap verirken en fazla sıkıntı çektiğim bir sorudur. Haksızlık ve vefasızlıktan korkarım. Bazen bir kişinin bir davranışı, bir sözü, mesela bir öğretmen ile yıllar süren beraberlikten daha yararlı ve etkili olur. Ama bu kısacık eğitim faaliyeti, size yapacağını yaptığı halde aklınızda kalmaz, eğiticiyi de unutursunuz. En iyisi isim saymayayım, hepsine rahmet okuyayım, minnet ve şükran sunayım.
Hatıratınızı bir kitap olarak neşrettiniz. Tepkilerden memnun musunuz?
Tepkilerin kemiyeti yetersiz, keyfiyeti idare eder düzeyde. Tamamlanması için vakte ihtiyaç var.
Fıkhî görüşleriniz sebebiyle zaman zaman sert eleştirilere maruz kaldınız. Eleştiri boyutlarını da aşan karalamalara karşı tavrınız ne oldu? Onlardan daha sonra sizden helallik dileyenler oldu mu?
İftiralara, haksız ithamlara, karalamalara, hakaretlere aynısı ile cevap veremezdim. Hemen her zaman ve her birine karşı, bana katılmasalar bile anlamalarını sağlayacak açıklamalar yaptım ve kendimi savundum. Benden helallik dileyenler çok oldu, ama bana karşı çıkanlar içinden “mukallid (dinî ve ilmi olmayan bir otoriteye bağlı)” olanlar, dün ne dediler ise bugün de aynısını söylüyorlar. Kemmiyyetteki azalma, aksi tesir endişesinden kaynaklanıyor.
Eğitimde anne babanın rolü nedir? Ev dışında ebeveyn çocuklarının eğitimine nasıl müdahil olmalı? Modern kent hayatıyla birlikte kreşlerde başlayıp üniversiteyle sona eren resmi eğitim sürecine karşı bakışımız ve duruşumuz ne olmalıdır?
Anne ve babasız eğitim olmaz, ama yalnızca anne ve baba ile de eğitim olmaz.
Birinci şart, aile bireylerinin (eğitici durumunda olanların), hem kendilerine hem de çocuklara yönelik eğitimin bu dünyadaki en önemli işleri olduğu inanç ve şuurunda olmalarıdır. Eğitimci aile fertleri, çocuk ana rahmine düşmeden eğitimine başlayacak (besmeleli, besmelesiz meselesi), doğumdan itibaren, yetkililere de danışarak içeride ve dışarıda eğitim faaliyetine katılacaktır. Anne ve babaların eğitim çemberinden çıkmaları ve çocuklarının eğitimini başkalarına ısmarlamaları durumunda telâfisi imkânsız aksaklılar doğacaktır.
Eğitim kurumları konusunda ana ve babaların seçici olmaları, bu imkâna sahip olmazlarsa yanlışların yerleşmemesi için ek tedbirler almaları gerekir.
Resmi eğitim sürecine alternatif geliştirmenin yolları neler olabilir?
Bizde okul anlayışı ve okula bağımlılık (okula devam mecburiyeti) aşırı resmi ve devletçidir. Mesela ABD’de çocuğunuzu kendi evinizde okutup eğitmeniz, yalnızca imtihanlara sokarak diploma almasını sağlamanız mümkün oluyor.
Alternatif olarak iki iş yapılabilir:
Cumhuriyet öncesi ile sonrası arasındaki kopukluğu tamir etmeye matuf olarak 50’li yıllarda "resmi temelli din eğitimi" vermek üzere açılan imam-hatip okullarının ilk talebelerindensiniz. Bu minvalde imam-hatiplerin tarihsel sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? İmam-hatipler sizce yeterli bir görev ifa etmiş midir?
İmam-hatip okullarını belki halkın şuurlu takımı “kopukluğu tamir etmek” için istedi, ama resmi iradenin gerekçesi bu değildi. Tam tersine kopukluğu pekiştirmek, eskiyi mahkûm etmek, dini yeninin kabulü için kullanmaktı.
Fiilen bu okullar, her iki iradenin de istediğini tam olarak gerçekleştirmedi. Ama daha çok dindar Müslümanların iradesi doğrultusunda faaliyet gösterdi ve sonuçlar/ürünler verdi.
Müslüman toplumların alternatif eğitim modelleri var mıdır? Günümüz İslam dünyası tüm insanlık için alternatif bir eğitim modeli geliştirebilecek yeterlikte midir?
Alternatif olsun diye yapılan nazari ve ameli çalışmalar var. Modernizmin dünyayı sarması yüzünden kafası karışan Müslümanların, gerçek rehberlere kulak vererek kendine dönmesi faaliyetinin bütün alanlarda sancıları ve problemleri var. Gelecek için ümitliyim.
Örnek/model şahsiyetlerin eğitimdeki yeri ve önemi nedir? İyi bir eğitimcide bulunması gereken vasıflar nelerdir?
Eğitim faaliyetinin en önemli unsurları arasında örnek kişiler ve kişilikler vardır. Eğitimci eğitim ilmini ve usulünü bilecek, kendisi eğitilmiş olacak.
Âlim kimdir? Aydın ya da akademisyenden farkı nedir?
İslam âlimi, İslam’a iman eden, onun ilmini yapmış olan ve hayatının amacı, yaşayarak, uygulayarak, öğreterek ve yayarak İslam’a hizmet olan insandır.
Aydın bize ait olmayan bir kavramdır ve aslına bakılırsa Batı modernizminin mensubu olup dine karşı aydınlanmış, aklınca aklını, dine egemen kılmış kişidir.
Akademisyen bir üniversitede lisansüstü öğrenim görmüş, bilimde genellikle kabul edilmiş bulunan kaynakları ve yöntemi kullanan kişidir.
İslam eğitim tarihini göz önünde bulundurarak tekke-medrese-kışla ayrışmasını nasıl değerlendirirsiniz? Bu ayrışma bütüncül bir yapının parçalanması değil midir? Bu parçalanmanın sonuçları ne oldu?
Hz. Peygamber zamanında Suffe mensupları vardı, aynı zamanda eğitim ve öğretim yeri olan cami cemaati vardı, cihada giden cemaat mensupları ile geride kalanlar arasında ilim alış-verişi vardı.
Daha sonra çeşitli amiller, bu örnek faaliyetlerin bütünlüğünü bozan gurupların oluşması sonucunu doğurdu. Medrese ve tekkeler arsında daima çatışma olmadı, iyi ilişkilerin, alış-verişlerin, ortak mensubiyetlerin yaşandığı dönemler ve yerler mevcut oldu. Ama ne yazık ki genel olarak zıtlaşmalar, karşılıklı ithamlar, dışlamalar da –belki bu ikincisi daha çok- oldu. Bu zıtlaşma ve ayrışmanın en sakıncalı sonucu, “içi ve dışı, zahiri ve batını, maddesi ve manası, şekli ve özü” birbirini tamamlayan kâmil bir İslam anlayışı ve anlatışı yerine parçalı ve çelişkili bir İslam anlayış ve anlatışının yaygınlaşması olmuştur.
Telefonda bile konuşamayacak derecede boğazından rahatsız olduğu ve birkaç geceyi uykusuz geçirmek zorunda kaldığı halde zaman ayırarak sorularımıza yazılı cevap verme lütfunda bulunan muhterem hocamıza şükranlarımızı sunuyor, kendisine Allah’tan acil şifalar diliyoruz.
Prof.Dr. Hayrettin Karaman hakkında
Erzurumlu bir ailenin çocuğu olarak 1934 yılında Çorum'da doğdu. İlkokulu burada bitirdikten sonra özel olarak Arapça ve İslâmî ilimler tahsil etti. İlk İmam Hatip okullarından biri olan Konya İmam Hatip Okulu'na girdi ve ikinci dönem mezunları arasında yer aldı (1959). Yeni açılan İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'nde okudu ve ilk mezunlarından biri olarak 1963'te mezun oldu.
İki yıl İstanbul İmam Hatip Okulu'nda meslek dersleri öğretmeni olarak çalıştıktan sonra İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'ne fıkıh asistanı oldu. "Başlangıçtan Dördüncü Asra Kadar İslam Hukukunda İctihad" konulu tezi ile fıkıh öğretim üyesi oldu (1971). Aynı yıl İzmir Yüksek İslam Enstitüsü'ne tayin edildi. 1975'te tekrar İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'ne döndü. Yüksek İslam Enstitülerinin İlahiyat Fakülteleri'ne dönüşmesinin ardından akademik çalışmalarını tamamlayarak sırasıyla doktor, doçent ve profesör unvanlarını aldı.
Eylül 1976-Eylül 1980 yılları arasında yayımlanan Nesil dergisini çıkaranlar arasında bulundu. Yarım asra yaklaşan fikir ve meslek hayatı boyunca, yurtiçi ve yurtdışında binlerce konferans, seminer, panel, vaaz, hutbe, kurs, yazılı ve görsel medya programı, eğitim programında yer alarak eğitim, öğretim, tebliğ ve irşad faaliyetini sürdürdü. Aralarında bugünün tanınmış bilim ve fikir adamları olan binlerce öğrenci yetiştirdi.
2001 yılında, özgürlüğün şart olduğu üniversite ortamında hüküm süren baskılara karşı çıkarak Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesindeki görevinden ayrıldı. Halen, Avrupa Uluslararası İslam Üniversitesinde (Hollanda) misafir öğretim üyeliğini sürdürmekte ve bireysel ilmi çalışmalarına devam etmektedir.
Arapça, Farsça ve Fransızca bilen Hayrettin Karaman'ın periyodik yazıları, Yeni Şafak Gazetesi, Gerçek Hayat Dergisi ve Eğitim-Bilim Dergisi’nde yayınlanmaktadır.
Karaman, 1956 yılından beri evli olup, üç çocuğa (Latife, M.Lutfullah, M.İhsan); yedi toruna ve bir torun çocuğuna sahiptir.
Hocanın eserlerine ve fıkhi suallere verdiği cevaplara www.hayrettinkaraman.net sitesinden ulaşılabilmektedir.