FARUK GÜRBÜZ
Mefhum, Almanların “abendland”[1], “alacakaranlıklar ülkesi” diye tanımladıkları Batı medeniyetine ait. Tuhaftır ki ilk anlamı karartmak, alaca bulaca ve belirsiz bir hâle getirmek demek olan kelime; coğrafi, dinî, itikadi, siyasi, içtimai, fikrî ve entelektüel hayatıyla, kısaca bütün muhayyilesiyle loş, yarı karanlık, belirsiz ve bulanık olan fikrî ve fizikî bir coğrafyada doğmuş, orada kavramlaşmış ve birçok yan anlam ve kavram alanları kazanmıştır.
Kelimenin kökünü teşkil eden obscure, İngilizce sözlüklerde “karartmak, gizlemek, örtmek, karanlık, vazıh değil, meçhul”[2]; “şeffaf olmayan, anlaşılması zor, bir şeyin görünmesine veya işitilmesine mâni olmak, bir şeyin anlaşılmasını ve keşfini zorlaştırmak”[3] diye tanımlanır. Kelimenin başka türevi olan obscurant “ilerlemeye ve ilme karşı olan, bilgisizlik taraftarı, gerici kimse” anlamlarına gelirken obscurantizm “bilgisizlik taraftarlığı”, obcurantist ise “bilgisizlik taraftarı kimse” demektir.[4] Latincede ise obskürantizme yakın anlam taşıyan obscurum per obscurius “karanlık olanı aydınlatmak, onu açık olan bir şeyle tanımlamak yerine daha da karanlık olan bir şeyle açıklamaktan oluşan yanlışa verilen ad”[5] anlamındadır.
TDK’de obskürantizm, “bilmesinlercilik”[6] diye geçer. Ancak çeviri üslubuyla yapma ve yeni bir terim olan “bilmesinlercilik”, kavramın çeşitli kültürlerde kazanmış olduğu yan anlamlardan yalnız bir tekini karşılar. Oysa bu mefhum, “yanlış bilsinlercilik” gibi bir anlamın yanı sıra despot elit takımın “Bundan sonra bu böyle biline!” şeklindeki dayatmacı ilan ve ilamını da çağrıştırmaktadır.
Onskürantizm daha sonra, çeşitli içtimai tabakaların benimsediği bir nevi ideoloji olarak “Hakikatin toplumun bazı sınıf ve kesimlerince bilinmesinin kasıtlı olarak önlenmesi”[7] gibi bir davranışı da ifade eder. “Genellikle muhafazakâr eğilimli kanaat önderleri ve politikacılar tarafından savunulur.”[8] Hatta daha çok, az gelişmiş demokrasilerde, bunalım zamanlarında, sık sık zuhur eden darbe ve vesayet rejimlerinin biricik ilkesi hâline gelir. “Taşıyıcı elitler, toplumu bilinçli olarak benimsedikleri modernleşme anlayışının parametreleri haricindeki parametrelere obskürantist yani ‘bilmesinlerci’ bir tutumla yaklaşmışlar ve bilgiyi örtme ya da ulaşılmasına izin vermeme gibi yollarla bireyin öz yeterlik bilincinin kaybına yol açmışlardır.”[9] Yani hem ferde hem de topluma: “Sen bilemezsin, sen sana yetemezsin, sen hep yarımsın, daima üst bir akla ve idare edilmeye, güdülmeye muhtaçsın,” denir ve kabul ettirilir de…
Obskürantizm, Fransız İhtilali’ne “89’a kadar kana, çamura bulamış Avrupa’yı. İspanya’da engizisyon olmuş, Rusya’da çar.”[10] Daha çok papalık makamlarının verdiği yetkilerle bütün bir Orta Çağ Avrupa’sında hür düşüncenin kanatlarını kırmış. Dipsiz bir cehaletin zifiri karanlığına gömmüş Avrupa’yı. Asırlarca cehaleti ilim, zulmü adalet, karanlığı aydınlık, dalaleti hidayet diye satmış. Kurduğu oligarşik ve aristokratik hegemonya için tehdit gördüğü her asil inancı ya tepelemiş ya kalplere tıkmış. Şuurunu karanlık ve asılsız dogmalara hapsetmiş mahkemeleri; İspanyol, Roma, Portekiz engizisyonlarını kurmuş. İspanya’da yüz binlerce Yahudi ve Müslüman vaftiz edilmiş, Hristiyan olmaya zorlanmış, kripto Yahudilik doğmuş.
Konsiller kurmuş obskürantizm. Güya Hristiyanların ve Hristiyanlığın akidevi, ameli ve uhrevi problemlerini çözmek için… Kutsal kitaplar hakkında her türlü tefsir ve tevil salahiyetini tek bir dinî sınıfın, piskoposların, papaların veya papalığın tekelinde toplamış. Kadim Ortodoks kiliseye ters düşen her inanç ve davranışı heretik, sapkın hareketler diye yaftalamış. Her bir konsilde, birbirine paradoks teşkil eden çeşit çeşit akideler, doktrinler vazetmiş. Bu ceberut, bilgi inhisarcısı zihniyet veya hegemonya; Kalkedon (Kadıköy) konsilinde Hz. İsa’nın hem insan hem de tam bir ilah olduğu akidesini icat etmiş. Böylece obskürantizm, felç ettiği dinî muhayyileye bulanık ve belirsiz, şirke bulanmış bir Allah tasavvuru sokmuş. Hristiyanlığın dinî terimler dağarcığına, yeni ve Tanrı fikrini obkürantize eden meşum bir mefhum daha eklemiş.
Diofizitizm… Kutsal kitapların hiçbirinde bulunmayan bir inanç, uğursuz ve netameli, meşum bir bidat daha zuhur etmiş. Hiçbir peygamberin kitabında olmayan bir amentü daha doğmuş, Kalkedon Amentüsü… Bu konsilin kararıyla Hz. İsa hem tam bir Tanrı hem de insan oluvermiştir.
Aslında obskürantizm her ne kadar Orta Çağ ve sonrası Avrupa’sında bir mefhum hüviyeti kazanmışsa da bu mefhum, yalnızca dinî ve siyasî erki elinde tutan Batılı ceberutlara has bir davranış modeli, bir hegemonik ideoloji değil Âdem babadan beri var olagelmiş insanlığın bir kesiminden -özellikle zayıf ve güçsüz tabakasından- gerçek, faydalı ve saadet veren bilgiyi; doğru, katışıksız, saf ve asil bir inancı saklayan, onları dezenforme eden, onların şuurlu ve hür birer şahsiyet olmalarını engelleyen, yanıltan, hasetçi ve mütekebbir insanlığın ruhunda büyümüş bir ahlâk problemidir. Bir Deccal tavrıyla çağları ve ülkeleri dolaşmış, her devir ve toplumda zalim aristokrasinin, oligarşi ve monarşinin gücüyle beslenmiş. İnsanlığı bilgiden mahrum bırakarak idare etmenin, daha doğrusu gütmenin, pek kolay bir yol olduğuna inanmış. Dolayısıyla obskürantizm, bütün çağların şeytanıdır. Şeytansı bir fikridir. Düşünceyi donduran, hatta dünyanın hemen her ülkesindeki birçok entelektüel zekâyı kendisine bir mürit teslimiyeti içinde ram eden ne kadar fikir, sonu “izm” veya “ist”le biten ne kadar bulanık, anlaşılmaz, ama büyülü ideolojik kavram varsa onun eseridir. “Her izm onun himayesinde sahneye çıkmış”[11] onun gücüyle neşvünema bulmuş ve hemen hemen her ülkenin entelektüel sınıfının din yerine benimsediği bir öğreti hâlini almıştır.
Cemil Meriç’in benzetmesiyle bu “heyulaya”[12] bin dört yüz küsur yıl önce Kur’an savaş açmış. Ondan önceki kutsal kitaplar da… Bu heyulanın büyüsünü peygamberler bozmuş. Kur’an ayetlerinin kahir ekseriyeti, kutsal ilahi bilgiyi yalanlayan inkârcı Kureyş aristokratlarıyla, Eski ve Yeni Ahit’teki gerçek Tanrı bilgisini karartıp saklayan, son vahyin ışığına ulaşmayı engellemeye çalışan kitap ehlinin ilmiye sınıfıyla mücadele eder. Onların hikâyelerini anlatır. Devrin obskürantlarına “Sizin yanınızda bulunanı doğrulayıcı olarak indirdiğim vahye inanın ve onu ilk yalanlayan siz olmayın, ayetlerimi az paraya satmayın, benden sakının”[13] diye hitap eder ve “Bu kitapta, insanlara açıkça bildirip ilan ettikten sonra indirdiğimiz şu apaçık delilleri ve hidayeti saklayanlar var ya… Allah onlara lanet etmektedir,”[14] der. Eski ve Yeni Ahit’te Kur’an’ı doğrulayan her bilgiyi karartan ve gerçeği gizleyen Yahudi ve Hristiyan elit obskürantistlerini “Gerçeği yalana katıp hakikati bile bile yalanlamayın”[15] diyerek onların yalancılar olduğunu ilan eder. “Bir grup kitap ehli: ‘Müminlere indirilene günün başında inanın, sonunda yalanlayın, belki inançlarından dönerler…’ ”[16] mealindeki ayetiyle de obskürantist bir grubun inananları yanlış bilgiye sevk etmek için uyguladıkları hilekâr taktik ve stratejilerini tanıtır. “Onlar iman edenlerle karşılaşınca ‘İman ettik,’ derler. Birbirleriyle baş başa kalınca da ‘Rabbinizin huzurunda delil olarak kullanıp sizi sustursunlar diye mi Allah’ın Tevrat’ta size bildirdiklerini onlarla paylaşıyorsunuz. Siz bu kadar akılsız mısınız?”[17] mealindeki ayetiyle de müminlerden kutsal bilgiyi saklayan Yahudi obskürantların muhakeme kabiliyetlerini hicveder. Onlardaki Allah tasavvurunun hastalıklı olduğuna dikkat çeker.
Yüce Allah’ın “Kudret ve şeref sahibi Rabbin, onların vasıflandırmalarından beridir”[18] mealindeki ayetinde geçen “onlar” zamirinin mercii, tarihsel bağlamda Mekke müşrikleridir ve obskürantisttirler. Aristokrat, despot obskürantisler… Mekke, Kureyş oligarşisini kurmuş ve bu zalim oligarşinin otoritesiyle tevhid dinine kasteden obskürantizmi beslemişlerdir. Kur’an’ın anahtar kelimelerinden biri olan “kâfir”, “örten, saklayan, gizleyen” anlamı itibarıyla “obskürant”la adeta eş anlamlıdır. Çünkü bir obskürantist bir inkârcıyla aynı işi yapmaktadır. İkisinin de yaptığı gerçeği örtmektir, yalanlamak ve yalan söylemektir.
Obskürantizm insanlığa karanlık ve bulanık bir inanç dünyası sunar. Onları efsanelerle, menkıbelerle avutur; onlarla ümitlendirir, onlarla korkutur, elindeki batılı onlarla yaşatır. Hakikati efsanelerle, azizlerin keramet hikâyeleriyle, uçuk kaçık kıssalarla bulandırmaya çalışır. Allah ise müminleri kesin olmayan bilgilerle amel etmekten sakındırır ve “Ey inananlar! Zandan çokça sakının. Çünkü zannın bazısı günahtır,”[19] der.
Nihayet bu heyula, obskürantizm heyulası, çağlar sonra Müslümanların muhayyilesine de musallat olur. Müslümanların şahsında İslam’ın ufkunu bir dud-i muannit, inatçı ve kesif bir sis gibi kaplar ve Kur’an’daki İslam’ı görebilmek oldukça zor bir hâl alır. Her aydınlığı loş bir karanlığa çeviren obskürantizm; İslam’a bidatler, hurafeler kılığında girer. Cemil Meriç, “Obskürantizm heyulası yok edilmedikçe herhangi bir diriliş hayaline kapılmak çılgınlık,”[20] diyor. Evet, bütün bir gayreti Kur’an ışığını perdelemek, müminleri ondaki hayat ve saadet veren bilgiden mahrum etmek olan dinî obskürantizm, bu habis heyula, bidatler ve hurafeler heyulası yok edilmedikçe Kur’an’daki İslam’a, sevgili Peygamber’in hayatında aksülamel bulmuş İslam’a kavuşmak bir hayal olacaktır.
[1] Roger Garaudy, Medeniyetler Diyaloğu, çev. Cemal Aydın, (İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 2015), s.19.
[2] A.D. Alderson, Fahir İz, The Concise Oxford Turkish Dictionary, (Oxford: Oxford University Press, 1958), s. 616.
[3] Cambridge Advanced Learner’s Dictionary, (Cambridge: Cambridg University Press, 2003), s. 854.
[4] J.W. Redhouse, İngilizce-Türkçe Redhouse Sözlğü, (İstanbul: Sev Matbaacılık ve Yayıncılık A.Ş, 1999), s. 668
[5] Ahmet Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, (İstanbul: Paradigma, 2010), s. 692.
[6] TDK, Elektronik sözlük.
[7] W https//tr.m.wikipedia.org. 05.10. 2010
[8] W https//tr.m.wikipedia.org. 05.10. 2010
[9] Burcu Kaya Erdem, “Freudyen Teorideki ‘Tekinsizlik’ Olgusunun Türk Modernleşmesinde Darbeleri Mümkün Kılan Obskürantist ve Self-Oryantalist Tutumlarla İlişkiselliği Üzerinden Okunması”, Türkiye İletişim Araştırmaları Dergisi , Yıl: 2019. Özel Sayı ss. 77-97, s. 94.
[10] Cemil Meriç, Bu Ülke, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2015), s. 93
[11] Cemil Meriç, Bu Ülke, s.94.
[12] Cemil Meriç, Bu Ülke, s.94.
[13] Bakara: 2:41.
[14] Bakara: 2:159.
[15] Bakara: 2:42.
[16] Al-i İmran: 3:72.
[17] Bakara: 2:76.
[18] Saffat, 37:180.
[19] Hucurat, 49/12.
[20] Meriç, Bu Ülke, s. 94
Analiz
(91. Sayı/2023)