Mustafa İSLÂMOĞLU
Var olmak aktif olmaktır
Madde aktiftir. Madde atomlardan oluşur. Atomlar çekirdek ve etrafında onu tavaf eden elektronlardan oluşur. Elektron hacısının atom Kâbe’sini tavafı bir an bile durmaz. Maddenin aktivitesini yitirmesi durumuna “maddenin çökmesi” denilir.
Kâinat aktiftir. Uzay boşluğunda yer alan hiçbir cisim pasif değildir. Bir yörüngesi olmak, aktif olmanın ödülüdür. Uçsuz bucaksız uzayda durmaksızın deveran eden sayısız gök cismi içinde, bir tane pasif bulunmaz.
Can aktiftir. Can, girdiği bedeni aktif hale getirir. Çıktığı bedeni pasif bırakır. Can sadece makro planda değil, mikro planda da aktiftir. Hücreler buna örnektir. Hücre canlıysa aktif, aktifse canlıdır. Hücre öldüğü zaman pasif hale geçer.
Ruh aktiftir. Beşeri insan yapan ve donanımlı kılan “ilahi nefes” ruhtur. Ruh sadece insan için değildir. Fikir, bilgi, amel, ibadet gibi şeyler için de geçerlidir. Bir şeyin içinde ruh olup olmadığı, onun etkisinden anlaşılır.
Yüce Allah aktiftir. Zira O, “her an hayata müdâhildir” (55:29). Esmâ-i hüsnâyı oluşturan isimlerin kâhir ekseriyeti ism-i fail formudur. İsm-i fail formu, sahibinin “nesne” değil “özne” oluşuna delalet eder. Bunlardan bir kısmı düz, bir kısmı mübalağa ile ism-i faildir. Bir kısmı ise mübalağanın da mübalağasıdır. Bunun anlamı, O’nun özneliği mutlak, sonsuz, eşsiz, benzersiz ve taklit edilemez demektir.
Eğer Allah pasif olsaydı, kâinattaki düzen, yerini karmaşaya bırakırdı. Muhteşem kozmos, kaosa dönerdi. Sebeplerle sonuçlar arasındaki bağlantı kopardı. Hiçbir durum öngörülemez olur, kâinatın ilahi matematiğe dayalı şifresi kırılırdı. Yönetici ilahi kudret, yerini kör tesadüfe bırakırdı. Hiçbir şeyin ölçüsü kalmaz, varlık varoluş gerekçesini kaybederdi.
Zerreden küreye, mikrodan makroya her şeyin aktif olduğu bir âlemde, iradeli varlık olma ayrıcalığını elinde bulunduran insanın pasif kalması, bir anormalliktir.
“Emin” diyenler ne oldu da “mecnun” dediler?
O, Rasulullah Muhammed olduktan sonra, ona el-Mecnûn (Cin musallat olmuş, deli) dediler. Risaletten önce el-Emin diye anılan şahıs, risaletten sonra el-Mecnûn olmuştu.
O, Rasulullah Muhammed olunca, hürmetin yerini nefret aldı. Bir zamanlar kılına zarar verecek olanın başına dünyayı yıkarlardı. Gün geldi, dün el üstünde tuttukları zatın başını getirene 100 deve ödül vaat ettiler.
Allah’tan aldığı “Kalk!” emriyle doğrulan Nebi, kendisini tanıyan herkesi ama herkesi şaşırtacaktır. Bu şaşkınlık, “Ona ne yapalım?” sorusunun cevabını ararken yaşanmıştır. Kâfirûn Sûresi’nin inişine vesile olan o ahlâksız teklifi yaptıklarında, aldıkları şu cevap karşısında adeta şoke olmuşlardı:
“Vallahi ey amca! Güneşi sağ elime, ayı da sol elime koysalar ve ‘Gel bu davadan vaz geç’ deseler, Allah’tan bir emir gelmediği sürece vazgeçmem!”
- Peki, değişen neydi?
- Değişen, pasif iyinin aktif iyi olmasıydı.
Biri var: Hiç kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan. Kırk yaşına kadar her hangi biriyle kavga ettiği, nizalaştığı, sürtüştüğü duyulmamış. Toplumsal bir talebi olmamış.
O biri, bir gün geliyor, ötelerden bir emir alıyor. Allah’ın elçisi olan melek, Allah’ın elçisi olan insana “Oku!” diyor. Hemen ardından bir emir daha alıyor: “Kalk!”
Ve o yattığı yerden kalkıyor.
Kaçtığı şehre geri dönüyor.
Sığındığı mağaraya bir daha ayak basmıyor.
Hiç susmuyor, hep haykırıyor. Hem de karşısında tüm insanlık varmış gibi haykırıyor: “Ey insanlar!” diyor; “La ilahe illallah deyin kurtulun!”
Görmezden geliyorlar, o yürüyor.
Alay ediyorlar, o tebessüm ediyor.
İftira ediyorlar, o aldırmıyor.
Küfrediyorlar, o duymuyor.
Tükürük yağmuruna tutuyorlar, o susmuyor.
Taş atıyorlar, o dönüp onlara laf bile atmıyor.
Saldırıyorlar, o elini kaldırmıyor ve sadece “Rabbim” diyor.
Ölümüne ferman çıkarıyorlar, o bir adım dahi geri çekilmiyor.
Öyle bir kalkış kalkıyor ki, ölünceye kadar bir daha oturmuyor.
Şimdi soru şu: Dünyanın en sakin, en sessiz, en kendi halinde insanı olan Abdullah oğlu Muhammed’i, yeryüzünün en büyük iman hamlesinin öznesi olan âlemlere rahmet Hz. Muhammed yapan nedir?
Cevap: Tek kelimeyle Kur’an.
Kur’an’ın aktif iyiyi inşası
23 yıl sürecek olan Kur’an vahyinin inişi, aktif bir cümle ile başlıyor: “Oku!” Oku emri, bir aktif okuma emridir. Nebi’ye, “Pasif okumadan aktif okumaya geç!” emridir.
Pasif okuma, okunan karşısında nesneleşmedir. Nesneleşen okuyucu, okuduğunu üretemez. Aktif okuma, okunan karşısında özne olmadır. Özne olan okuyucu, okuduğunu üretir. Aktif okumada, bir türlü “Okudum” diyemezsin. “Okudum” demek, “bitirdim” demektir. Zira aktif okumada bir türlü bitiremezsin. Aktif okumak, okuduğunu tüketmemek, üretmektir.
Müzzemmil Sûresi’nin aktif iyi inşası:
İlk 11 âyette tam 11 adet emir fiil yer alır. Sûre “yâ/ey” nidasıyla başlar. Nida cümlesi de inşa cümlesidir. Yani pasif değil aktiftir. “Sen ey!..” diye seslenilen kim? Kim okuyorsa o. Bu nidanın ilk muhatabı, vahyin ilk okuyucusu olan Hz. Nebi. Ona “Kalk!” diyor vahiy; “gecenin bir vaktinde.”
- Âlemlere rahmet olanı gece uykusundan kaldırıp da ne yapacak?
- Uykusunu yönetmeyi öğretecek.
Müddessir Sûresi’nin aktif iyi inşası:
Müzzemmil gibi Müddessir de emir yağmuruyla başlıyor. İlk 7 âyette, tam 7 emir fiil.
Sûre “yâ/ey” nidasıyla başlıyor, arkasından “Kum/kalk!” emri geliyor: “Kalk ve uyar!” Bu sadece aktif ol emri değil, aktif kıl emridir. Bu sadece “uyan” emri değil, “uyandır” emridir. Bu sadece “harekete geç” emri değil, “harekete geçir” emridir.
Bu emri alan Hz. Peygamber, emrin gereğini yapmak için kalkmış ve iyiliği de ayağa kaldırma çabasına girmiştir. İşte ne olmuşsa ondan sonra olmuş, o güne kadar Kureyş'in en güvenilir, en akıllı, en barışçıl insanı, birden bire “yalancı”, “deli”, “huzur bozucu” ve “dönek” oluvermiştir. Önceki hayatında ona ilişmeyi aklından dahi geçirmeyenler, o aktif iyi haline gelince varlığını ortadan kaldırmak için sıraya girmişlerdir.
Fâtiha Sûresi’nin aktif iyi inşası:
Fâtiha’nın yarısı sena, yarısı duadır. Dua kısmı, “Bizi dosdoğru yola yönelt” duasıyla başlar. Bu hidayet talebidir. Pasif olanlar talep etmezler. Talep edenler, harekete geçenlerdir. Kur’an bu duayı öğretmekle, mü’min muhatabına şunu demiştir: “Harekete geç, iste!”
İyiliği emir ve kötülükten nehiy kelimenin tam anlamıyla bir “Pasif iyi olma, aktif iyi ol!” emridir. Zira iyi olmak bir şey, iyiliği çoğaltmak için çaba göstermek daha başka bir şeydir. Kötü olmamak bir şey, kötülüğü azaltmak daha başka bir şeydir. İyi olmakla yetinip iyiliği çoğaltmamak, kötü olmamakla yetinip kötülüğü azaltmamak, pasif iyi olmaktır.
El-emr bi’l-ma‘rûf emri, taraf olma emridir. Zira iyilik ve kötülük hususunda tarafsız (bîtaraf) olunmaz. Bu konularda bîtaraf olan, bertaraf olur. Her hangi bir yerde her hangi bir zamanın Nemrud’u zamanın İbrahim’i için ateş yaktırmışsa, serçe ve yılan rolünden birini oynamak kaçınılmazdır. Serçeden beklenen Nemrud’un ateşini söndürmek değildir. Bunu o da bildiği için cevabı bellidir: “Tarafımız belli olsun”.
Pasif iyi ile aktif iyi arasındaki farklar
Pasif iyi pasif iman sahibidir, aktif iyi aktif iman sahibidir: İmanlar “Aktif iman, pasif iman” diye ikiye ayrılır. İman aktif olursa yürekte sultan olur. Pasif olursa, yürek ona zindan olur. İman aktif olursa yüreği yüklenir, pasif olursa yüreğe yük olur.
Pasif iyi iki günü bir olandır, aktif iyi iki günü bir olmayandır: Aktif iyinin iki günü bir olmaz, olamaz. Adı üstünde, o aktiftir. İyiliği üretmeden duramaz. İyilikten başka şeye zaman ayıramaz.
Pasif iyi bireydir, aktif iyi şahsiyettir: Zira bireyin davası “ben”, şahsiyetin davası “biz”dir. Birey, kendini düşünendir. Şahsiyet, kendinden önce başkalarını düşünendir. Bireye göre, gemisini kurtaran kaptandır. Şahsiyete göre, filoyu kurtaran kaptandır.
Pasif iyinin aklı, iradesi ve vicdanı da pasiftir: Akıl, irade ve vicdan pasifse, yok hükmündedir. Aklı olmayana “deli” derler, aklı olup da onu kullanmayana “akılsız” derler. “İradesiz” diye nitelenenler iradesiz değillerdir, iradesini kullanmayanlardır. Vicdansız denilenler de öyle.
Pasif iyi görünmeyi önceleyen iyi, aktif iyi olmayı önceleyen iyidir:
Görünmek mi, olmak mı ikileminde, aktif iyi, ‘olmayı’ seçer. Görünmeyi seçenin işi kolaydır. Görünür ve biter. Olmayı seçenin işi zordur. Her ne ki kolay, ona pasifler müşteri olur. Zor olan aktiflere kalır.
Pasif iyi hayırsız iyi, aktif iyi hayırlı iyidir: Zira emeğin olmadığı yerde, yemeğin bereketi olmaz. Bir şeyi bereketli kılan, ona verilen emektir. Aktif iyi hayırlı iyidir. Zira iyiliğin bedelini ödemiştir. Bunun için, pasif iyiler sonuca, aktif iyiler emeğe bakarlar.
Pasif iyi taklitçi iyi, aktif iyi tahkikçi iyidir:
Bu anlaşılabilir bir şeydir. Zira taklit aktivite gerektirmez. Taklitçinin üretmek diye bir derdi olmaz. Nasıl olsa onun için birileri üretmiştir. O tükettiğine bakar. Tahkik ise öyle midir ya! Emek, gayret, zahmet, sabır ve sebat ister.
Pasif iyi sorunlu iyi, aktif iyi sorumlu iyidir:
Pasif iyi sorunludur, zira iyi olmanın hakkını vermemektedir. Eğer iyi olmanın hakkını verecek olsa, pasif kalmaya razı olmazdı. Aktif iyi sorumlu iyidir. Sorumluluk bilinciyle hareket eder. Pasif iyinin “bana ne” dediği şeylere, aktif iyi “sorumluluğum var” diye bakar.
Hasenât ve sâlihât farkı
Kur’an insanları üçlü bir tasnife tabi tutar:
Kur’an açıkça, pasif iyilerle aktif iyilerin bir tutulmayacağını ifade eder (4:95-96).
Artık şu gerçek açık seçik ortadadır: Allah insanları “iyiler-kötüler” diye ikiye ayırmakla yetinmemekte, iyileri de kendi içinde ikiye ayırmaktadır: Pasif iyiler ve aktif iyiler.
Pasif iyiler, kendine iyi olanlardır. Aktif iyiler, hem kendilerine hem başkalarına iyi olanlardır. Pasif iyilerin iyilikleri kendilerine dönüktür. Aktif iyilerin iyilikleri, hem kendilerine hem de başkalarına dönüktür.
Kur’an’da iki kavram yer alır: “Hasenat” ve “salih amel”. Yani hasenât ve sâlihât. Bu ikisi arasında muazzam fark vardır. Hasenât, “iyilikler” demektir. Hasenât’ın zıttı seyyiât’tır. Seyyiât “kötülükler” demektir.
Sâlihât, “sâlih ameller”, “ıslah edici iyilikler” demektir. Kur’anî bir kavramdır ve Kur’an’da tek başına sâlihât olarak da geçer. Sâlihât’ın türetildiği sulh kökü, “birden fazla taraf arasında barışı sağlamak” anlamına gelir. Yani, üçüncü şahıslara yönelik bir iyiliği ifade eder. Islâh, “düzeltmek, iyileştirmek” demektir. Bu da üçüncü şahısları ilgilendiren bir durumdur. Sâlih amel (el-‘amelu’s-sâlih) Kur’an’da 6 kez tek başına, 56 kez ise iman ile birlikte gelir.
Hasenât, sonuçları kişinin kendisine dönük olan iyiliktir. Sâlihât sonuçları başkalarına dönük olan iyiliktir. Asr Sûresi, mü’mini sâlihât’a çağıran bir sûredir. Hak üzere olmak ve sabretmek hasenât’tır. Fakat bununla yetinmeyip hakkı ve sabrı tavsiye etmek ve çoğaltmak, sâlihât’ın ta kendisidir. Onun için sâlih amel emredildikten sonra, “Mesela, ne gibi bir salih amel?” diye soracak olanlara, iki örnek gösterilmiştir: Hakkı tavsiye ve sabrı tavsiye.
Hasenat, insanın sırf kendisi için yaptığı iyiliklerdir. Bu iyiliklerden bir başkası yararlanmaz. Mesela namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek gibi ibadetler hasenattır. Bakara Sûresi’nin 277. âyetinde Rablerinden ödül alacakları müjdelenen kimselerin 4 özelliği sayılır: 1. İman. 2. Sâlihât. 3. Namaz. 4. Zekât.
Eğer “namaz” ve “zekât” salihât’tan addedilseydi, ayrıca zikredilmezlerdi.
Bakara’daki namaz ve zekâtın yerini Asr Sûresi’nde hakkı tavsiye ve sabrı tavsiye almış. Bu son iki tavsiye, sâlihât ile tam uyumludur. Zira üçüncü şahıslara yöneliktir.
Bir başka örnek de Hûd Sûresi’nin 23. âyetidir. Orada cenneti hak edenlerin üç vasfı sayılıyor: 1. İman. 2. Sâlihât. 3. Rablerine gönülden boyun eğmek.
Bu sonuncusunun öteki şahısları hiç ilgilendirmeyip tamamen kişisel olduğu tartışılmaz. Bu takdirde, “Rabbe gönülden boyun eğmek”, hemen önceki madde olan sâlihât’ın dışında ve ondan farklı bir şeydir.
Bakara Sûresi’nin 277. âyetindeki namaz ve zekât özü itibarıyla sâlihât’tan değil, hasenât’tandır. Fakat kişi namaz, oruç, hac, zekât gibi kişisel ibadetleri de sâlihât’a dönüştürebilir.
- Nasıl?
- Bu ibadetleri toplumsal bir ıslah için istihdam ederek.
- İyi de, kişisel ibadetler, nasıl toplumsal bir ıslaha dönüşebilir?
- Mâ’ûn Sûresi (107. sûre) bunun formülüdür. Sûrede “Yazıklar olsun o ibadet edenlere” denilir. Bu kimseler, ibadeti kişisel bir iyilik gösterisine (ayin ve ritüel) dönüştürüp, yetimi gözetmeyen ve yoksulu doyurmayan, yardıma engel olanlardır. Oysa bu sayılanları yapmak sâlihât’tandır.
Özetle sâlihât, öznesiyle birlikte başkalarını da kuşatan ve iyi eden iyiliklerdir. Hasenât ise, sonucu sadece onu işleyene dönük iyiliklerdir. Sâlihât şahsıyla birlikte başkalarını da iyi etmek için çalışmak, hasenât ise sadece şahsını iyileştirmek için çalışmaktır.
Sâlihât bir ıslah faaliyetidir. Islah çabası hak talebinden daha önceliklidir. Zira ıslah çabası toplumsal, hak talebi bireyseldir. Islah hayır, hak faydadır. Islah çabası hak talebini içerir, fakat hak talebi ıslah çabasını içermek zorunda değildir. Bireysel bir hak talebi sadece sahibine yarar. Ama toplumsal bir ıslah çabası, çabanın sahibiyle birlikte tüm topluma yarar.
Hasenât’ın getirisi bire ondur: “Kim bir hasene ile gelirse, ona onun on misli ödül vardır” (6:160). Fakat sâlihât’ın karşılığı bire on değildir. Sâlihât’ın karşılığı doğrudan cennettir: “Kim imanlı bir halde sâlihât işlerse, -erkek veya kadın fark etmez- işte onlar cennete gireceklerdir.” (4:124).
Hasenât’ın karşılığı oranla sınırlanmıştır, fakat sâlihât’ın karşılığı sınırsızdır: “Sâlihât işleyen mü’min kimseleri muazzam bir ödül ile müjdele” (17:9). Başka âyetlerde de sâlihât’a kesintisiz nimet ve cennet vaad edilmektedir (Msl: 95:6; 85:11).
Hasenat artıdır, seyyiat eksidir. “Şüphesiz hasenât seyyiât’ı götürür” (Hûd 11:114). Bu artı eksiyi götürür demektir. Yine Kur’an hasenât’ın seyyiât’ın üstüne örtüleceğini ifade eder.
Sâlihât sahipleri “canlıların en iyisi”dir (25:70 ve 98:7).
Sâlihât’ı hasenât’tan ayıran bir başka özellik de, “geriye neyin kalacağı” sorusudur. Kur’an’da geriye hasenât’ın kalacağını söyleyen bir âyete rastlanmaz. Fakat geriye sâlihât’ın kalacağını söyleyen âyetler vardır:
“Mal ve çocuklar dünya hayatının geçici süsüdürler. Baki kalacak olan sâlihât, Rabbinin katında sevapça ve umutlanma açısından daha hayırlıdır.” (18:46).
“Baki kalacak olan sâlihâttır. Bu, Rabbinin katında sevapça daha hayırlı ve kazanç bakımından daha üstündür.” (19:76).
“Bana hasenât yeter” deyip sâlihât işlemek için çaba göstermeyen kişi pasif iyidir. İnsan aktif iyi olmak istiyorsa, hasenât’la yetinmeyip sâlihât işlemelidir. Bu, insan hasenât’ı bıraksın da sâlihât yapsın anlamına gelmez.
Bir duam var
Kur’an yeryüzünde iyilik mayası olacak bir nesli inşa etmek için indirildi (3:104). Kur’an’ın içimizden çıkarmak istediği “topluluk”, Kur’an Nesli’dir. Hz. Peygamber’in misyonu, hayatı vahiyle inşa edecek bir Kur’an nesli yetiştirmekti. Yeryüzü bu sayede ilk Kur’an nesline şahit oldu.
İlk Kur’an nesli, aktif iyiliği pasif iyiliğin, sâlihât’ı hasenât’ın, hakikatin otoritesini rivayetin otoritesinin, Allah’ın dinini ataların dininin, Kur’an’ı Mushaf’ın önüne, manayı lafzın, tahkiki taklidin, ilmiyatı hissiyatın, tertili tecvidin, ahlâkı ahkâmın, sevgiyi korkunun, şahsiyeti ferdiyetin, cemaati kabilenin, ümmeti asabiyetin önüne koymuştu.
Fakat daha sonra bunlar tam tersine döndü. Aktif iyinin yerini pasif iyi, sâlihât’ın yerini hasenât, ibadetin yerini âdet, hakikatin otoritesinin yerini rivayetin otoritesi aldı. Mushaf Kur’an’ın yerine, lafız mananın yerine, taklit tahkikin yerine, hissiyat ilmiyatın yerine, tecvit tertilin yerine, ahkâm ahlâkın yerine, korku sevginin yerine, ferdiyet şahsiyetin yerine, ulus ümmetin yerine geçti. Uydurulan din indirilen dininin yerine geçti. Taşlar yerinden oynadı.
Taşların tekrar yerine konması gerekiyor. Taşların yeri, vahyin gösterdiği yerdir. Bunu yapacak olan yeni bir Kur’an Nesli’dir. Kur’an Nesli’ni inşa sorumluluğu, Kur’an’a iman eden herkesin boynuna bir borçtur.
Bu fakirin Rabbi huzurunda bir tek şikâyet hakkı olursa eğer, o hakkı kötüleri şikâyet için kullanmayacaktır. O hakkı, pasif iyileri şikâyet için kullanacaktır. Ya Rabbi diyecektir! Bunlar aktif iyi olmadılar. Pasif iyi olmakla yetindiler. Bunlar, kendilerine iyi oldular, ama başkalarına iyi olmadılar.
Rabbim! Bizi şahitlerle birlikte yaz! Âmin.