Krizden Umut Yaratmak: İsrail-Filistin Gerçeği Üzerine Bülent Şahin Erdeğer ile Söyleşi

Söyleşen: Cuma Obuz

 

Gazze’de yaşananlar malum. Yakından takip ediyorsunuz zaten. Büyük bir insanlık dramı yaşanıyor. Son süreçte bir ateşkes oldu, uzatılan ateşkesler ve esir takası yapıldı. Süreç nasıl başladı? 7 Ekim’de yapılan saldırıdan bu yana genel olarak neler yaşandı bölgede? Bununla giriş yapalım isterseniz.

Tabii. Bölgede hiçbir şey yokmuş da her şey 7 Ekim’de başlamış gibi sunan bir Batı medyası var. İsrail de bu şekilde yansıtmaya çalışıyor. Yani bir Batı manipülasyonu, bir haber manipülasyonu yaşanıyor. Elbette 7 Ekim’de başlamadı her şey ama 7 Ekim bir dönüm noktası oldu. Yani bir milat değil bir dönüm noktasıdır diyebiliriz. Aslında bundan önce, Nisan 2021’de, İsrail içerisinde çok ciddi bir halk ayaklanması yapmıştı Filistinliler. İsrail içerisindeki birçok ili, yani Arapların/Filistinlilerin yoğunlukta yaşadıkları yerleri kilitlemişlerdi. Devlet otoritesi orada birkaç saat boyunca sağlanamadı. Hatta uzun süre sağlanamamıştı. Dolayısıyla Nisan 2021’de, olaylar kriz boyutuna çıkmıştı. Bu olaylardan sonra, Filistinlilerin de içinde yer aldığı, İsrail vatandaşı Filistinlilerin oluşturduğu partiler var İsrail içerisinde, koalisyon hükümeti yıkıldı ve 2022’de İsrail tarihinin en sağcı, en faşist hükümeti kuruldu. İsrail tarihindeki bütün hükümetler siyonisttir, bütün hükümetler büyük oranda sağcıdır -sol siyonistler de vardır- ama ilk defa dinci siyonizm diyebileceğimiz aşırı radikal unsurların içinde yer aldığı bir hükümet kuruldu. Bu neden önemli? Çünkü bu bir yıl boyunca hem Gazze kuşatması arttırıldı hem de Kudüs’te Hz. İbrahim El-Halil Cami, Hz. Yusuf kabri, ve Kıyamet Kilisesi gibi Müslümanların ve Hristiyanların mabetlerine ciddi tacizler ve saldırılar yaşandı. Bunları üst üste koyduğumuzda, gerek İsrail içerisindeki Filistinlilerin gerek Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki Filistinlilerin gerekse Gazze içerisindeki Filistinlilerin boyunduruk altına alındığı ve boğazlarının sıkıldığı bir yıl geçti. Bu da toplumsal cinnet diye tanımlayabileceğimiz toplumsal patlamaları had safhaya çıkarttı. Böyle bir iç bağlamda 7 Ekim’e geldik. Tabii 7 Ekim’e 2 yıldır hazırlanıyor, Hamas ve beraberindeki yedi örgüt. Dolayısıyla onların bu hazırlıkları ve toplumsal sıkışma çakışınca, sanırım ki bundan dolayı, 7 Ekim tarihinde karar kıldılar ve “Artık harekete geçebiliriz,” dediler, ardından böyle bir saldırı yaptılar. Olayın kısa arka planı bu. Daha sonra ne oldu isterseniz ondan da bahsedelim.

Evet, lütfen.

7 Ekim’de başını Hamas’ın çektiği  -Hamas Gazze’nin yöneticisi konumunda- sekiz tane örgüt operasyon odası ya da operasyon birimi adı altında ortak bir şekilde hareket ediyorlar İsrail’e karşı. Aralarında İslami Cihat Hareketi -İran’a daha yakın- Marksist Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi örgütlerin bulunduğu irili ufaklı sekiz tane örgüt Hamas’ın önderliğinde bir taarruz saldırısı  gerçekleştiriyorlar. Son 50 yıldır İsrail tarihinde hiç yaşanmamış bir olay ile karşılaştık. Çünkü genelde şu yaşanıyordu: Hamas ve diğer örgütler füze atıyordu, ardından İsrail hava saldırısı yapıyordu. Bu çapta, orta düzey ya da düşük düzey bir Gazze çatışması görüyorduk bugüne kadar. 7 Ekim’in dönüm noktası olmasının sebebi bu. Son 50 yıldır ilk kez böyle bir olay yaşandı. Yani direnişten taarruza geçen bir Gazze söz konusu. İşte 7 Ekim’de bu sekiz örgüt, Gazze’ye takriben 5 ila 7 km derinlikteki Yahudilerin kibbutz dediği yerleşim birimlerine (kasaba, belde, ilçe düzeyinde) saldırılar düzenlediler. Bu saldırıları da -karadan motorsikletli ekiplerle ve havadan da paramotor ekipleri ile- toplam 1500 kişilik bir ekiple gerçekleştirdiler. Özet olarak bunu bilgileri verebilirim.

Sonrasında İsrail’in yaptığı hava saldırıları, ardından uzayıp giden bir kara harekatı söylemi ve yaşanan onca katliam, soykırım… Adına ne dersek diyelim, birçok şey yaşandı ve bunlar da medyaya yansıdı. Bir taraftan da İsrail, bunu uluslararası kamuoyunda meşru zemine oturtmak için güvenlik nedeniyle yapılan bir şey olduğunu ve Hamas’ın saldırısı nedeniyle yaptıklarını dile getirerek dünya kamuoyunda yanlış bilgiler paylaştı. Dezenformasyon uygulayarak manipüle etti. İlk etapta Müslüman coğrafyalarda ve Türkiye’de de Hamas’a karşı “Neden böyle bir eylem yaptı? Hamas aslında bir terör örgütü mü?” gibi sorgulamalar olsa da daha sonradan kırıldı. Önce kara propagandası başladı, sonra Hamas’a karşı bir tepki, ardından şu an geldiğimiz noktada tam tersi İsrail’e karşı büyük bir tepki var dünya kamuoyunda. Özellikle bu rehine teslimlerinde gerçekleşen görüntülerle Hamas’a karşı oluşan “Acaba bunlar iyi mi?” şeklinde bir sempati söz konusu. Bu süreci değerlendirebilir misiniz?

Bahsettiğim sekiz örgütün dünya görüşleri farklı, yöntem ve tarzları farklı, elemanlarını ne kadar yetiştirdikleri farklı… Bunların bazıları gençlik hareketleri. Mesela Gece Kargaşası diye bir örgüt var, Z kuşağı gençlerinden oluşuyor, herhangi bir liderle hareket edip etmedikleri pek belli değil. Yeni ortaya çıkmış bir hareket var mesela, Aslanların İni (ya da Aslanların Mağarası) Hareketi diye, milliyetçi gençlerden oluşuyor. Yani köklü bir hareket değil. Bunlar ortak hareket ediyorlar. 7 Ekim saldırılarının birinci zaafı buydu. İkinci zaafı; Hamas örgütsel olarak bunu planlamış olsa da çitler yıkılınca -1 km ötede çiftçiler var, 5 km ötede efendim köyler var- bu sekiz örgütün dışında da bir sürü, konuyla ilgili-ilgisiz, kim oldukları belli olmayan silahlı insanlar, (paramiliter güçler) “Burada Yahudileri yakalıyoruz,” diye hurra bir toplumsal harekete dönüştürdüler mevzuyu. Yani olay çığrından çıktı. Çığrından çıkınca sizin kontrolünüzün dışında da bir sürü olay yaşanabiliyor. Mesela çeşitli yerlerde köylüler öldürülmüş, bazı sivillerin öldürüldüğünü biz go pro kayıtlarından görebiliyoruz. Hamas’ın temel hedefi şuydu görüldüğü kadarıyla: İçeri girip üst düzey yetkili askerleri rehin almak ve dönerken de en az zayiatla geri dönmek. Bir kısmı da Batı Şeria’ya doğru ilerleyip -çünkü biraz daha ilerleseler Batı Şeria’ya ulaşabilecekler- İsrail içerisindeki Arap nüfusunun olduğu beldelere ulaşabilecekler. Oralara ilerleyip bir koridor oluşturmak. Onun için ismine Aksa Tufanı diyorlar. Yani buradan özgürleşme hareketi başlatmak gibi bir stratejileri var ama sahaya inildiğinde evdeki hesap çarşıya uymuyor, dikkate alınmayan ve hesapta olmayan şeyler ortaya çıkıyor. Bunlar nedir? Bazı sivillerin öldürülmesi, gereksiz yerlerde gereksiz hareketlere girilmesi gibi şeyler. Bundan sonra İsrail’in bir müdahalesi söz konusu, o müdahalede de birçok sivil ölüyor. İsrail “alelacele” yakalandığı için yani bir rezalet tablosu ortaya çıktığı için İsrail açısından, “hareket eden her şeyi vur” emri alan helikopterlerden ve tanklardan bahsediliyor. Dolayısıyla bir Hamaslının yanında üç rehine varsa İsrail oradaki herkesi birden öldürüyor. Aynısını Gazze’de de görüyoruz. “Burada bir terörist var,” diyorlar ve bütün mahalleyi yıkıyor adamlar. Böyle psikopatça bir genelleme mantığı var. Kendi vatandaşları için de bunu yapıyor. Orada bir tane Hamaslı varsa yanındaki üç tane İsrailli önemli değil onun için, dördünü birden öldürüyor. İsrail’in bu müdahalesi 7 Ekim olaylarındaki kayıpları daha da arttırdı. Her iki taraf için de işin içinden çıkılmaz bir boyut aldı. Sonra ne oldu? Senin de dediğin gibi İsrail, 7-14 Ekim arası, “bebeklerin kafası kesildi” gibi yalanları da içine katarak çok ustalıklı bir şekilde bu durumu tüm dünyada, özellikle Batı kamuoyunda kullandı. Batı medya kanalları sadece o görüntüleri verdi mesela. 1 hafta boyunca çok az Gazze görüntüsü, bol bol 7 Ekim görüntüsü döndürdü. Dolayısıyla “Hamas=IŞİD”, “barbar Hamas” propagandasını yaptı İsrail. Ancak senin de ifade ettiğin gibi bir süre sonra İsrail; o kadar orantısız, o kadar dengesiz, o kadar irrasyonel bir müdahale şekli gösterdi ki… Nasıl ki bir ülke terör örgütleri ile mücadele ediyor, nasıl ki bu uluslararası bir hak, diyor ki “Biz de teröre karşı savaşıyoruz.” Bakın çok masum bir argüman gibi sundu bunu. Ama görünen köy kılavuz istemez. Görüntüde bir şehri yıkıyorsunuz, 16 bin kişiyi bir ay içerisinde öldürdünüz ve bunun içinde çoluk çocuk, kadın var. Süreç ilerledikçe kamuoyunda artık başta belirttiğim propagandayla bu durum birbirini tutmaz oldu. Yani insanlar artık şunu sormaya başladılar: Tamam Hamas bunu yaptıysa, dediklerinizin hepsi doğru olsa bile, propagandayı tamamen kabul etsek bile bu, 2 milyon 400 bin insanın yaşadığı coğrafyayı yok etmeyi; orada kadın, çocuk, hasta, yabancı, gazeteci ayırt etmeden herkesi yok etmeyi mi gerektirir? Orantısız şiddet bile yok burada. Tamamen bir soykırım suçu var. İsrail bunu yaparak tıpkı Hitler’in yaptığı gibi, tıpkı IŞİD’in yaptığı gibi bu vahşeti göstererek ve insanları korkutarak orayı boşaltmaya çalışıyor, insanları oradan sürmeye çalışıyor. Bu da zaten uluslararası hukuka göre tam bir holokost, yani soykırım suçudur. “Soykırım” tanımı içerisinde bu geçer, bir topluluğu öldürerek oradan kaçırmaya çalışmak. Tam olarak şu an Gazze’de yaşayan olayı tanımlıyor. Dolayısıyla artık “mızrak çuvala sığmadı” ve özellikle sürecin ortalarına doğru, Batı dünyasındaki vicdanlı insanların da sokaklara çıkması ile, oradaki kamuoyunun bu konuda inisiyatif almasıyla artık yavaş yavaş kırılmaya başladı bu süreç ve gelinen noktada senin dediğin takas anlaşmalarına ulaştığımızda Hamas’ın IŞİD olmadığını -esirlerini kıtır kıtır doğrayan ve işkencelerini bir şiddet pornografisi şeklinde sunan bir örgüt- gördük. Hamas, esirler konusundaki muamelede İslam hukukuna uyduğu için, Kur’ana uyduğu için Cenevre Konvansiyonu’nun ötesine bile geçer. Şu anki modern, uluslararası esir hukukunun ötesine geçen bir merhamet ve semptati görüntüsü ortaya koydu. Başta Kur’an’a uygun olmayan bazı hareketler yüzünden sorun yaşanmıştı ama Kur’an’a uyduğunuzda Allah sizin önünüzü açıyor. Aslında burada Kur’anî hayat açısından bir ders de çıkartmamız gerekiyor. Bakınız burada Kur’an’a uydunuz, insanlığa büyük bir örnek oldunuz, insanları utandırdınız. İnsanlar dediler ki “Ya bu adamlar rehin aldıkları kızın köpeğine bile bakmışlar.” Dolayısıyla bu önemli bir etkiydi, algının önemli derecede kırılmasına sebep oldu.

Bu olayların öncesinde iki devletli çözüm ifadesi çok kullanılıyordu. Bu süreçte Türkiye’de çok kullandı bunu. 7 Ekim saldırıları ve hemen ardından yaşanan, İsrail’in soykırıma varacak şekilde yaptığı saldırılar barış ihtimalini ortadan kaldırdı mı sizce?

Barış ihtimalini bence kaldırmadı. Tabi şu an, bu kadar acı sürdüğü müddetçe barışı konuşmak çok zorlaşıyor. Canımız yandığı için, oradaki görüntüleri gördükçe öfkemiz de arttığı için barışa olan umudumuz da eksilere düşüyor ama biraz sağduyu ile baktığımızda, dünyada barış olan coğrafyalara baktığımızda mesela Ruanda’yı görüyoruz. Kısa bir sürede 500 bin civarı insan katledildi Hudsiler ile Tutsiler arasında ama sonuç itibarıyla Ruanda barışabildi. Bir apartheid rejimi vardı Güney Afrika’da ama bu rejim sonrası orada iki kesiminde -beyazlar ve siyahlar- yaşayabildiğini gördük. Tabi ki bahsettiğim örneklerin hepsinin farklı bağlamları ve farklı sebep-sonuç ilişkileri var ama ortak noktaları şu: Bu halklar geçmişte birbirleriyle çok kanlı bir şekilde savaşmışlar yıllar boyunca ama barışabilmişler. Bunu anlatmak için bu örnekleri veriyorum. Yine başka ve çok canlı bir örnek: Bosna. Orada da çok ciddi bir soykırım yaşandı ama sonuç itibarıyla bir orta yol bulunup herkesin çok mutlu olmadığı ama insanların da birbirini öldürmediği, uzatılmış ateşkes diyebileceğimiz bir barış yaşandı. Hâlâ da devam ediyor o süreç. Yine aynı şekilde Lübnan’da insanlar çok ciddi katliamlar yaptılar birbirlerine, 15 yıl boyunca savaştılar ama orada da bir barış sağlanabildi. Demek ki barış, hem Suriye gibi hâlâ savaşın düşük yoğunlukta da olsa devam ettiği bölgelerde hem de İsrail-Filistin sorununda mümkün olabilir. Yani bu böyle çok uzak, imkânsız, hayali bir şey değil ama bunun yaşanması için üst iradelerin olaya el koyması gerek. Mesela ne oldu Bosna’da? Sırbistan’ı ABD güçleri ve Batı güçleri durdurdu. Böylelikle barışa ulaşılabilindi. Dolayısıyla burada da böyle bir şey olması gerek. Yani o güçlü devletlerden birisinin ya da birilerinin inisiyatif alıp saldırgan tarafı durdurması gerkiyor. Bu saldırgan tarafın da kim olduğunu biliyoruz: İsrail. Bununla ilgili bir zemin de var. Yani BM 1947’de, sonra 1967’de iki devletli çözüm dediğimiz bir noktaya gelmiş. İran dışındaki Müslüman ülkelerin hemen hepsi bu çözüme olur vermişler. Dolayısıyla Filistin’in önemli bir kesimi yine bu çözüme olur vermiş. Hatta Hamas uzun yıllar bu çözümün karşısında yer alsa da bu olaylardan önce açıkladığı son belgede/tüzükte olabilir noktasına gelmişti. Burada çözümden yana olan kesimin yine Filistin tarafı, Müslüman dünyadaki ülkeler olduğunu görüyoruz. ABD bugün İsrail’e tam destek verse de şu anda Biden iki devletli çözüm vurgusu yapıyor. Bu bir olumluluk yani. Dünyanın diğer süper güçlerinden biri olan Rusya da iki devletli çözüme vurgu yapıyor, Çin de bilakis öyle. Madem sözde de olsa böyle bir konsensüs var, bunu teoriden pratiğe geçirelim. Bu hem İsrail’in zararına -7 buçuk milyon Yahudi- hem bölgenin zararına hem de tüm dünyanın zararına. Buradaki çözüm yolu; başkenti Doğu Kudüs olan, Batı Şeria ve Gazze’den oluşacak olan bir Filistin devletinin kurulmasıdır. Somut olarak böyle bir adım atılabilirse, İsrail buralarda artık yerleşim birimi hakkı talep etmezse, işgal etmeye çalışmazsa, Kudüs de uluslararası bir yer yapılabilirse belki bu şekilde bir ara çözümle kan, gözyaşı ve Filistin sorunu en azından yeni bir aşamaya geçirilebilir. Ama tarafların “İsrail’i haritadan sileceğiz, herkesi yok edeceğiz” ya da “Bütün Filistinliler teröristtir, kafamıza estiğinde şehirleri yok edeceğiz” gibi görüşler ancak çözümsüzlüğü besleyen görüşler olur kanaatindeyim.

Son olarak -Müslümanların geçmiş dönemlerde bu konuda vermiş olduğu sınavları bir kenara bırakarak söylüyorum- bu dönemde Müslümanlar (özellikle Arap coğrafyası) hem devlet bazında hem de kamuoyu açısından sanki Avrupa kadar etkili ya da tepkili değil. Müslümanların bu konudaki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Müslüman dediğimiz özne, nüfus itibarıyla genel olarak sadece kendisine Müslüman diyen insanlar ise Fas’tan Endonezya’ya kadar henüz halkların iradesinin yönetime yansıyamadığı bir coğrafya Müslüman dünyası. Dolayısıyla sivil toplumun, demokrasi kelimesinin hâlâ çok rahat telaffuz edilemediği bir coğrafya. “Demokrasi şirktir, demokrasi şöyle kötüdür böyle kötüdür” kültürünün olduğu bir coğrafya. Krallıkların, tiranlıkların, diktatörlüklerin olağan olduğu bir coğrafya. Kuvvetler ayrılığının olmadığı, hukukun üstün olmadığı bir coğrafya. Burada insanların bilinçli bir şekilde sokakta taleplerini dile getirebiliyor olmaları çok zor. Bunun son örneği Arap baharında yaşandı. Bu coğrafyada böyle bir şeyin zemini olmadığı için olay şiddete evriliyor, iç savaşa evriliyor. Hem kafa olarak hem de sosyolojik gerçeklik olarak böyle bir zemin yok. Dolayısıyla Müslüman halkların Filistin konusunda haklı talepleri olsa dahi, bunu ifade edebilecekleri kanallar yok ya da çok zayıf. Avrupa’da ya da Batı’da bu kanallar çok canlı, insanlar en ufak durumda haklarını talep edebiliyor, sivil toplum çok kurumsallaşmış durumda. Bu bir Batı övgüsü değil. Batı’nın sorunu, bunu sadece kendisine hak görmesi. Yoksa sistemin kendisi kötü bir sistem değil, demokrasinin eksikleri ve zaafları olsa da. Bir seçim sistemi var, sivil toplum var, kamuoyu var, medya var ve bunlar bir şekilde toplumun yönlenmesini sağlıyor ve devletin kararlarını değiştirebiliyorlar. Bunun için Müslüman dünya öncelikle Kur’an’ın ilkelerine dönmeli. Tamam Batı’ya dönmeyelim, Batılılaşmayalım, eyvallah. O zaman Kur’an’ın ilkelerine dönelim. İstişare, şûra, insanların özgür iradelerine ve düşüncelerine saygı, insan hakları ve hukukudur Kur’an’ın ilkeleri. İsrail’in etrafında hep baskı yönetimleri var, hukuka inanmayan ve hukuku ayak bağı olarak gören bir algı var. Diktatörlük, krallık, farklı ideolojilere mensup Arap milliyetçisi, Kürt milliyetçisi, Türk milliyetçisi, angloarap monarşileri… Böyle olduğunda İsrail bundan da besleniyor. Bu vesileyle oradaki yöneticileri, rejimleri kapalı kapılar ardında ekonomik anlaşmalara kendisine bağlıyor. Halklar ne kadar bağırsa da çağırsa da kendi içinde, yönetimi etkileyemedikleri için o yöneticiler kendi gemilerini yürütüyorlar. Genel tablo bu, bununla ilgili yazı da yazmıştım İslam Dünyası Neden Adım Atamıyor? diye. Çünkü göbeğinden, bağırsağından, her yerinden İsrail ile ilişki içerisinde, bağımlı. İran dahi dolaylı ticaret yapıyor. Böyle bağımlı olduğunuz zaman İsrail çok rahat bir şekilde hareket edebiliyor.

 

92. Sayı (2023)

Follow