Hüseyin K. ECE
-Sözlükte şeâir
Şeâir kelimesini aslı “şe-a-ra” fiilidir. Bu fiil ve türevleri Kur’an’da 40 yerde geçmektedir.
“şe-a-ra” fiili sözlükte; bilmek, hissetmek, iyice bilip anlamak, farkına varma, şiir söylemek anlamlarına gelir. Kur’an’da 27 âyette yer alıyor.
Aynı kökten gelen “şiâr”; parola, sembol, bir şeyi hissettiren özel alâmet, ayırıcı özellik, nişan, özel işaret, askeri parola. Askerler bunu söyleyerek birbirlerini tanırlar. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 384)
“Şiâr”; devenin hörgücüne bir demir batırmak suretiyle alâmet yapmaya da denir. Böylece bu develerin Beytullah için hediye olduklarına işaret edilmiş olurdu. (Cevherî, es-Sıhah, 2/382. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1007. Abduh, M.-Rıza, R. el-Menâr (çev.), 2/93)
Dinî terminolojide “şiâr”; Allah tarafından ortaya konulan, O’na kulluk etmeye vesile olan, saygı gösterilmesi ve korunması gereken belli ibadet, işaret ve sembollerdir. (Özervarlı, M. Sait. TDV İslâm Ansiklopedisi, 39/124)
Şiâr, Allah’a kulluk etmeye vesile olan, saygı gösterilmesi ve korunması gereken belli ibadet, işaret ve semboller anlamında terimdir ama Kur’an’da geçmiyor.
Aynı kökten gelen “şuur”; duyum, bilinç, duygu hayatı, hissedebilme kabiliyeti, ihsas, delilsiz idrak etmek manalarına gelir.
Türkçede de bilinen şiir, şâir ve müteşâir de aynı kökten gelmektedir. “Biz ona şiir öğretmedik.” (Yâsîn 36/69)
Şâir dört âyette geçiyor: Enbiyâ 21/5. Saffât 37/36. Tûr 52/30. Hakka 69/41) Bunun çoğulu olan “şuarâ” ise bir âyette geçiyor (Şuarâ 26/224) ve 26. sûrenin adıdır.
Aynı fiil kökünden gelen “el-meş’ar”, tıpkı şiâr gibidir. Bilinçlenme yeri demektir. (Okuyan, M. Kur’an-ı Kerim Sözlüğü, s: 463-464) Hac ibadetinin yapıldığı bilinen yer olduğu için sürekli belirlilik takısı ile gelir. Bazılarına göre burası, namazlar birleştirilerek kılındığı için “cem” adı da verilen Müzdelife’dir. Orası hac, namaz, dua ve vakfe için bir alâmet, bir semboldür. (Kurtubî, Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/424) Nitekim bir hadiste “el-Meş’ar’l-Haram”ın Müzdelife olduğu söyleniyor. (Müslim, Hac/19 (148) no: 2951. Ahmed b. Hanbel, 1/298. Ebû Dâvûd, Menâsik/56 no: 1905)
Bir âyette hacıların Arafat’tan sonra gittikleri yere “meş‘arü’l-harâm” denilerek burada Allah’ın çokça anılması istenmektedir. (Bekara 2/198)
-Allah’ın Sembolleri
“Şeâir”; “şeira”nın çoğulu olup sözlükte; alâmet, sembol, hac için işaretlenmiş kurbanlık deve, dinin korunmasını istediği semboller demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/91)
Şeâir; alâmet, işaret, simge, sembol demektir. (Zemahşerî, el-Keşşaf, 1/206)
‘Şeira-şeâir’, kurbanlıkların tanınması için boyunlarına konulan işarete de denir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 384)
“Şeira, şiâr, şiara” görene, kendisinin önemli bir durumu olduğu hissini veren yer veya şeye denir. Hac işaretlerine, menâsikine (rükünlerine) ve hac mekanlarına, hatta ibadet veya ibadetin bir bölümüne de bu isim verilir. Hedy adı verilen kurbanlığı işaretlemek de böyledir. (Abduh, M.-Rıza, R. el-Menâr (çev.), 2/93)
“Dinin gerçekleştirilmesini emrettiği hususlar” anlamında “şeâir” hac ibadetinin konu edildiği dört yerde Allah kelimesiyle isim tamlaması olarak (şeâirullah şeklinde) geçiyor. Bu âyetlerde hac veya umre münasebetiyle aralarında yürünen (sa’y tavafı yapılan) Safâ ve Merve tepeleri, kurban edilecek hayvanların Allah’ın koyduğu dinî simgelerden olduğu (Bekara 2/158. Hac 22/36), söz konusu simgelere/sembollere saygısızlık edilmemesi gerektiği ve bunları yüceltmenin Allah’tan ittika etmekten kaynaklandığı (Mâide 5/2. Hac 22/32) belirtilmektedir.
“İslâm bazı sembolleri/alâmetleri maksadı açısından kullanır. Aslında semboller birer göndermedir. Her sembolün mutlaka sembolize ettiği bir hakikat vardır. Sembol zarf, sembolün sembolize ettiği gerçek ise mazruf, yani mektuptur. Zarf önemini içinde taşıdığı mektuptan alır. Mektubu olmayan zarf ruhu olmayan bir ceset gibidir. Semboller de öyle.” (İslamoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/58)
Kur’an’ın ‘şeâir’ dediği şeyler Allah’ı hatırlatan, kalplerde Allah’la ilgili bir şuuru canlı tutan sembollerdir. Bunlar kalplerde takva bilincinin kökleşmesini ve Allah’a karşı ta’zimin güçlenmesini sağlar. Bunlar İslam’ın kendisine mahsus, özel belirtileridir. Hem Allah’ı hatırlatan, imanı haber veren, Tevhidi duyuran semboller; hem de şuur veren, dinî gayreti harekete geçiren birer nişânedir.
Bunlar kendileri ile Müslümanlar arasında bir parola gibidir. Görüldükleri veya duyuldukları zaman kime ait olduğu hemen bilinir, şuur canlanır, Allah zikredilir.
“Şeâirullah-Allah’ın sembolleri” bâtıl dinlerin nişânelerinin zıddı olarak Allah'a ibadetin saf halini temsil eden işaret ve simgelerdir. Bunlar Allah’ı ve O’na ibadeti, İslâm’a ait kimliği hatırlatan, mü’min yüreklerde Allah’tan yana heyecan uyandıran alâmetlerdir.
Şeâir, bir yol, bir akide, bir düşünce biçimi bir eylem, bir sistemi sembolize eden şeydir. Bir nesne temsil ettiği şey için bir amblem görevi gördüğünden dolayı ona şiâr denilir. Resmî bayraklar, polis veya asker üniformaları, paralar, pullar, başka şeyler ülkelerin/hükümetlerin şeâiri/sembolleridir. Söz gelimi; haç Hristiyanların, altı köşeli yıldız Yahudilerin, SS Nazilerin, orak çekiç komünistlerin, hilâl Müslümanların, Ay-yıldız Türk bayrağının sembollerindendir.
Pek tabi ki ilgili sistem, din veya devlet kendilerine ait sembollere izleyicilerinden saygı ve bağlılık, korunma ve yaşatılmak isterler.
Bazı müfessirlerin, simgeler (şeâir)den kastın, özellikle kurbanlık hayvanlar ve onların kurban edilme usûlü olduğu yolundaki görüşleri ilgili âyetlerin anlamına pek uymamaktadır. Taberî'nin bu (Hac 22/32) ve bundan sonraki âyete ilişkin açıklamasında belirttiği gibi, şeâirullah hacla ilgili bütün biçimsel yükümlülükleri, anlamları, usûl ve kuralları, mekanları içine alır. Dolayısıyla, hepsi de simgesel mahiyet taşıyan bu unsurların herhangi biriyle sınırlandırılması isabetli gözükmemektedir. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/677)
Allah'ın sembolleri (şeâirullah); Allah’ın hac ibadetiyle ilgili emir ve yasaklarıyla O’na itaati gösteren ihram, mikatler, cemreler, Safa ile Merve, el-Meş’ar-i Haram, Arafat, Müzdelife, Hacla ilgili mekânlar ve bunlarla ilgili alâmetleri ifade eder. Bir görüşe göre ise ‘Şeâirullah’ belli bir şeye mahsus olmayıp Allah’ın, kullarını mükellef kıldığı dinî vecibelerin tamamıdır. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 2/164)
“Şeâirullah-Allah’ın nişaneleri” Taberî’ye göre hac menâsiki (haccın rükünleri) ve bunların yerine getirildiği yerler (Câmiu’l-Beyân, 2/47 ve 9/146), İbni Kesir’e göre Allah’ın Hz. İbrahim’e meşru kıldığı hac menâsiki (Muhtasar Tefsir, 1/145),
İbnu’l-Cevzî ve Kurtubî’ye göre, Allah’ın alâmetlendirdiği ibadet yerleridir. Yani insanlar için tesbit ettiği vakfe yeri, Sa’y ve kurban kesme yeri vs. (Zâdu’l-Mesir, s: 96. el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, s: 1007) Benzer bir yorumu kabul eden Zemahşerî, şöyle diyor: “Şeâir; ‘şeiratün’ kelimesinin çoğulu olup, şiârlar, semboller, alâmetler gibi anlamlara gelir. Yani hac ibadetlerine ait semboller demektir. Bunlar vakfe yerleri, cemerât (şeytan taşlama yerleri), tavaf, sa’y, ihramdan çıkmak için traş olma, kurban kesme gibi rükünlerdir. (Zemahşerî, el-Keşşaf, 1/589)
Tabatabâî’ye göre Allah’ın zikredildiği hac mekânları (Mizân, 1/391),
İbnu Atiyye’ye göre Allah’ı hissettiren şeyler ve O’na ibadet edilen yerler (el-Muharriru’l-Veciz, s: 147)
Fahreddin er-Râzî, bir anlama göre Allah’a kulluk işareti taşıyan her şeyin tek ibadetle sınırlı kalmayıp şeâir kapsamına girdiğini söyler (Mefâtîĥu’l-ġayb, 4/177, 11/128’den nak. Özervarlı, M. Sait. TDV İslâm Ansiklopedisi, 39/124)
Hacda yapılan bazı ibadet veya amellerin şeair kılınmasına gelince; bunları yapmak, inanarak ve teslimiyet göstererek Allah’a boyun eğmenin ve Ona ibadet etmenin bir alâmetidir. Bu takdirde şeâir, sadece içinde Allah’a ibadet kastı taşıyan meşru işlere denir. Onun için bu kelime daha çok hac amelleri hakkında kullanılır. Çünkü bu ameller ibadet maksadıyla yapılan işlerdir. (Abduh, M.-Rıza, R. el-Menâr (çev.), 2/94)
Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, şeâirin alanını daha da genişleterek ibadetlerin yanında Allah’ın kendine has kıldığı ve mânen O’na yaklaşma vesilesi yaptığı, duyularla algılanabilen dinî sembolleri de bu terim içinde kabul eder. Buna göre en büyük dört şiâr Kur’an, Kâbe, Peygamber ve namazdır. Bunlara saygı göstermek Allah’a saygı göstermek, saygısızlıkta bulunmak O’na saygısızlık yapmak hükmündedir (Hüccetullāhi’l-Bâliġa, 1/206-209’dan nak. Özervarlı, M. Sait. TDV İslâm Ansiklopedisi, 39/124)
Cevherî; “şeâir”, hacda yapılan ameller ve Allah’a itaat için alâmet kılınan şeydir, “meşâir” ise; haccın rükünlerinin yerine getirildiği mekanlar ve hisler, duygulardır diyor. (es-Sıhah, 2/382)
Ez-Zeccâc; “Allah’ın alâmetlerine saygısızlık etmeyin...” mealindeki âyet hakkında şöyle der: “Şeâirullah, Allah’ı hatırlatan bütün ibadet yerlerini kapsar. Çünkü bu gibi yerler bizim için alâmet taşırlar. Onlar da her vakfe yapılan, sa’y yapılan ve kurban kesilen yerlerdir. Yine denildi ki âyette geçen ‘şeâir’, kendisiyle ibadet edilen bütün alâmetleri ifade eder. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/91)
“Şeâir kelimesi nasslarda (dini kaynaklarda) daha çok hac ibadetinin rükün ve unsurlarıyla ilişkili iken daha sonra tefsir kaynaklarında ve dinî literatürde muhtevası genişletilerek ibadete, saygı ve tâzime konu olan davranış ve sembollerin bütününü kuşatan bir terim şeklinde kullanılmaya başlanmış, hacda somut formlar halinde öne çıkan mekân, nesne ve uygulamaları tasvir için kullanılan terim dinin temelini oluşturan esasları da içine almıştır.” (Özervarlı, M. Sait. TDV İslâm Ansiklopedisi, 39/124)
-Kurban ibadeti Allah’ın sembollerindendir
Allah (cc) kurban kesmeyi iman eden bütün ümmetler için bir ibadet eylemi olarak emretmiştir. Böylece eti yenen hayvanları keserken Allah’ın adını ansınlar diye. (Hacc 22/34)
Kur'an, eti yenen hayvanlarla ilgili çerçeve çizerken, başka âyetlerle (Mâide 5/3. Bakara 2/173. En'am 6/145. Nahl 16/115) yasaklandığı açıklananların dışında “behîmetu'l-en'am” diye isimlendirilen hayvanların helâl olduğunu bildiriyor. (Mâide 5/2)
Kurban, varlığın sahibini tanımayı ve O’na yönelişi sembolize eder. İnsanın emrine verilen maddenin O’na ait olduğunun farkına varmaktır. Yeri gelince de bu maddeden O emrettiği için vazgeçebilmedir. Varlığın sahibine yaklaşmak ancak ihlas ve O’nu gereği gibi sevmekle olur. Kurban, her şeyden önce sevilen, elde edilmek için emek ve para verilen, zaman ve ömür harcanan, sevilen dünyalıklardan bir kısmını daha çok sevdiği Allah için feda edebilmenin bir göstergesidir. Bu anlayış insanı başka şeyleri de Allah yolunda feda etme fedakârlarına götürür.
Kurban, ne adadığının farkına varmak, adak ettiğinden ulvi bir amaç uğruna vazgeçebilmektir. Kurbanın vesile olduğu bayram, Müslümana âhirette –ki mü’min için asıl bayramdır- Rabbiyle buluşmayı hatırlatan zamandır.
Kurban, Allah’a yaklaşmanın, Onun sevgisini/rızasını kazanmanın, malı/serveti O’nun yolunda infak edebilmenin, O’na ait olanı yine O’na gönül rızası ile vermenin, fedakârlığın ve teslimiyetin, bunları bir kulluk görevi ve şükür bilmenin göstergesidir. Kurban, varlığın sahibine yöneliği ve saygıyla boyun eğmeği (kunut’u) sembolize eder. Müslüman kurban ibadetini yerine getirerek O’na sevgisini ve gerçekte sadece O’na kurban olunabileceğini, sadece O’nun emri ve rızası için kurban adanabileceğini ortaya koyar. Bu duyguyu en azından kendi içinde ispat eder. Allah (cc) Kur’an’da şöyle buyuruyor:
“İri cüsseli hayvanların (bedene’lerin) kurban edilmesine gelince, Biz onu sizi için içerisinde nice hayırlar barındıran Allah’ın sembollerinden (şeâirullah’tan) biri olarak (ibadet) kıldık…” (Hacc 22/36)
Kur’an’da kurban ibadetinden farklı kelimelerle söz edilmektedir. Bunlar; ‘kurban’, ‘nüsük’, ‘hady’, bedene (çoğulu; bidn, büdne) ve ’zibh’ kelimeleridir. Ayrıca bazı fillerle kurban kesme olayı anlatılmaktadır; “zebeha ve nehara” gibi.
Kurbandan söz edilen yerlerde genellikle Hz. İbrahim’e ve hac ibadetine atıf yapıldığını da görmekteyiz. Bu da Hz. İbrahim’in Allah’a yakınlığının bir model olarak sunulması, hac ve kurban ibadetinin Allah’a yakınlaştırmayı yoğunlaştırıcı özelliğinden dolayı olsa gerektir.
Yukarıdaki âyette geçen “beden-büdn” Arap dilinde “iri yapılı” demektir ki iri ve semiz kurbanlık develere verilen özel isimdir. Büyükbaş hayvan olarak da anlamak mümkün. Genel görüşe göre; ‘el-hedy’, deve ve sığır cinsinden Kâbe’ye hediye olarak gönderilen kurbanlıklar; ‘el-büdn’ ise, kurbanlık ayrılmış develerdir.
Müfessir Atâ’ya göre büdün; sığır ve erkek veya dişi deve, Mücâhid’e göre develerdir. (İbni Kesir, Ebu’l-Fidâ, Muhtasar Tefsir, 2/544)
Yukarıdaki âyette bütün kulluk davranışlarının ortak ilke ve hedefine kurban örneğinden hareketle dikkat çekilmektedir. Bütün ibadetler kulun kendini olgunlaştırması ve yaratıcıya yaklaşması tarzında üstün amaçlarla yapılmalıdır. Allah’ın kullarının ibadetlerine ihtiyacı yoktur. (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 4/24)
Âyetin ifadesi bunların, eğer Allah rızası için kurban olarak kesilirlerse Allah’ın şeâirinden olduğunu gösterir. “Onlarda sizler için hayır vardır” ilâhi sözü de bu hayrın hem dünya hem âhiret hayırları hakkında genel olduğunu ortaya koyar. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2107)
Burada Müslümanların dikkati şu konuya çekiliyor: Allah (cc) iri cüsseli deve ve sığırları (el-büdn’ü) kendisine yönelik kulluğun (kurban) işaretlerinden (şeâirullah’tan) kılmıştır. Onların belli bir nişanla işaretlenerek ve sadece Allah’ın rızası gözetilerek adanmasını emretmiştir. Çünkü bunda kendileri için dünyada faydalanmak ve bereketler, âhirette pek çok hayır ve sevap vardır.
‘el-Büdn’ hadislerde de kurban olarak geçmektedir. Mesela,“Kurban olarak bir büdn (deve) yedi kişi için, bir sığır yedi kişi için yeterlidir…” (Müslim, Hac/17 (138) no: 2940, Hac/62 (351) no: 3185. Ebu Davud, Edahî/6 no: 2807. Tirmizî, Hac/66 no: 904, Edahi/8 no: 1502. İbni Mace, Edahî/5 no: 3131-3132. Darimî, Edahî/5. Muvatta, Dahâya/9)
“(Cuma’nın) ilk saatlerinde mescide giden kişi sanki bir büdn (deve) kurban etmiş gibi gibi olur. İkinci saatte giden ise sanki bir sığır kurban etmiş gibi olur…” (Buharî, Cumua/4 no: 881. Müslim, Cumua/2 (10) no: 1964. Tirmizî, Cumua/6 no: 499. Muvatta, Cumua/1)
Ancak âyetlerin akışı kurban ibadetinden bahsettiği için, buradaki ‘büdn’ün, kurbanlık hayvanların hepsini veya bilinen kurban ibadetini kasdettiğini söyleyebiliriz.
“Kur’an, kurbanların insanların emrine âmâde kılındığını söylüyor. (Hacc 22/36, 37) Bu emre âmâde kılmak insanın yaratılmışlar arasındaki şerefini gösterdiği gibi varlık hiyerarşisine de işaret eder. Yani varlıkta bir düzen ve bir sıra vardır. Kurban kesen kimse sanki bu ilâhî düzene de saygı gösterdiğini ifade etmiş olur.” (İslamoğlu, M. Yeni Şafak, 14.12.2007)
Kurban ibadeti de Allah’ın, insanlar için nice hayırlar yarattığı sembollerden biridir. Öyleyse kurban ibadetine saygı göstermek, gereğini yapmak, kurban ibadetiyle şuurlanmak, onunla varlık hiyerarşisini anlamak; Allah’ın sembollerine, dinin nişânelerine, varlık için konulan yasaya, insan için takdir edilene bir saygıdır.
Bu şekilde kurbanı bir ibadet bilmek, bu şuurla kurban kesmek sadece takva sahibi Müslümanlarının özelliğidir. Ya da deve, sığır veya davardan bazılarını kurbanlık olarak ayırmak; mü ‘mine şuur kazandırır, Allah’ı, O’nun rızasını, mülkün O’na ait olduğunu hatırlatır. Takva bilinci, dini hayatını ihya, kırık döküntülerini ıslah etme anlayışını kazandırır.
Sonuçta “onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat sizden O’na ulaşan yalnızca O’na karşı gösterdiğiniz derin sorumluluk (takva) bilincidir. ...” (Hacc 22/37) İbni Hâtim İbni Cüreyc’ten şöyle naklediyor: “Câhiliye insanları kestikleri deveyi yemez, etini ve kanının Kâbe’ye sürerlerdi. Sahabeler; “Eğer bu saygı için ise biz Kâbe’ye kan sürerek saygı göstermeye daha layıkız” dediler. Bunun üzerine Allah (cc) bu âyeti indirdi.” (İbni Ebu Hâtim, Tefsir 8/2495’ten es-Suyûtî, C. Esbâbu’n-Nüzûl (çev.), s: 360)
-Hac ibadeti Allah’ın sembollerindendir
Sefâ ile Merve, kurbanlıklar, hac mekanları Allah’ın sembollerinden olduğu gibi, hac ibadetinin kendisi de Allah’ın sembollerinden (şeâirullah’tan), İslâm’ın alâmetlerindendir.
İslam’ın üzerine bina edildiği beş esastan biri de hac ibadetidir. (Buhârî, Îmân/2 no: 8. Müslim, Îmân/19-22 no: 111-114. Ayrıca bkz: Tirmizî, Îmân/3 no: 2609. Nesâî, Îmân/13 no: 5004)
“Bir yere gitmeyi veya bir işi yapmayı kasdetmek” anlamına gelen hac kelimesi İslâmî bir kavram olarak; belirli bir zamanda-hac mevsiminde Arafat’ta bulunmak (vakfe) ve Kâbe’yi tavaf etmek suretiyle yerine getirilen bir ibadettir. (Komisyon, TDV Kur’an Yolu, 1/473-474)
İnsanın mayasında baş gözü ile görebileceği, kendisi ile özlemlerini giderebileceği bir şeyi arama isteği, peşine düştüğü şeye kavuşma arzusu olduğu gibi, kavuştuğu şeye değer verme anlayışı da vardır. Bunun için Allah (cc) kendi yüce varlığına ait bazı maddi işaretler/âyetler, kendisini hatırlatan bazı semboller de var etmiştir. O sembollerin öyle özellikleri vardır ki, onlar görüldüğü zaman hatıra mutlaka Allah gelir. Onlarla ilgili bazı olaylar, muameleler, hatıralar da söz konusudur. Kişi o sembolleri gördüğü zaman Allah’ın yüceliğini hatırladığı gibi; nimetlerini, gönderdiği tevhid dinini, Peygamberinin tevhid mücadelesini, bu yoldaki sabrını ve cihadını da hatırlar. Kur’an bu sembollere “şeâir” diyor. Allah (cc) onlara saygıyı kendine saygı sayıyor. Onlara karşı yapılabilecek hatayı kendisine karşı yapılmış kabul ediyor. İman edenlerin uzaktan sevdikleri bu sembolleri görerek isteklerini dindirmelerine ve bununla huzur bulmalarına izin veriyor. (Nedvî, Seyyid, Ebu’l-Hasen A. Dört Rukün, s: 314)
Kur’an şöyle diyor: “Siz ey iman edenler! Allah’ın sembollerine (şeâirullah’a)... saygısızlık etmeyin!..” (Mâide 5/2)
Bu âyetin ilk kısmında geçen şe‘âirallâh (lafzen, “Allah'ın sembolleri”) terimi, hem özel dinî merasimler için ayrılan yerleri (mesela Kâbe'yi), hem de bizzat bu dinî merasimleri gösterir. Yukarıdaki bağlamda özellikle hac merasimlerine atıfta bulunulmaktadır. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/182)
“Dolaysıyla kelime; ibadet yerleri, ibadet mahelleri, insanların hacc sırasında ziyaret etmekle yükümlü oldukları yerler demektir. (Zemahşerî, el-Keşşaf, 1/206)
Hac 32. âyetteki “Allah'ın simgeleri (şeâir)” ifadesi de, hacda yerine getirilmesi ya da gözetilmesi gereken görevlere işaret ediyor. Haccın rükünlerinin simgesel karakterine dikkat çeken bu ifade, dinî yükümlülüklerin manevî anlam ve önemine de vurgu yapıyor.
İbni Abbas’a göre buradaki “şeâirullah-Allah’ın sembolleri” hac menâsiki, tefsirci Mücâhid’e göre ise Safâ ve Merve, hedy ve büdün kurbanlarıdır. Bunun Allah’ın haramları olduğu da söylendi. (İbni Kesir, Ebu’l-Fidâ, Muhtasar Tefsir, 1/476)
Hac ibadeti sırasında yüksek sesle söylenen “telbiye”nin (Lebbeyk Allahümme lebbeyk...) haccın şiârlarından sayıldığı haber verilmekte (Ahmed b. Hanbel, 2/325, 5/192), Hz. İbrâhim’den gelen dinî bir gelenek olduğu için hacdaki uygulamalara devam edilmesi emredilmektedir. (İbn Mâce, Menâsik/55 no: 3011. Nesâî, Menâsik/202 no: 3017)
Bu âyet, hacda yerine getirilen menâsik (haccın rükünleri) ile kalplerde yer eden takva duygusunu birbirine bağlıyor. Çünkü hacdaki özel ibadetlerin ve şiârların esas gayesi kalplerde takva duygusunu uyandırmaktır. Zaten hac menâsiki Allah’a yönelişden, O'na itaat etmeyi somutlaştıran sembolik davranışlardan başka bir şey değildir. Bunlar aynı zamanda Hz. İbrahim’den gelen bağlılığı, samimiyeti, ibadet anlayışını, Tevhidi tavırları sembolize ederler. (Kutub, S. fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2422)
Bir şeyin önemi ona verilen değerle ölçülür. Bu anlayış, dinden dine, kültürden kültüre farklı olabilir. Bir gayrimüslim için Kâbe, tarihi eser bile sayılmayacak kadar basit bir yapı olabilir. Ama Müslümanlar açısından durum bambaşkadır. Bir futbol kulübünü derin bir aşkla tutan için o kulübün sembolü olan bayrak son derece değerlidir. Ama aynı bayrak futbolla ilgilenmeyen bir kimse için bir şey ifade etmez.
Burada asıl hikmet eşyanın tabiatı değil, onları Yaratan’ın ona verdiği değerdir. Müslümanlar için bir şeyin haram veya emredilmiş olması önemlidir ve bağlayıcıdır. Zira bu Allah’ın iradesinin eseridir. Bunun için Müslümanlar “Ey iman edenler!” diye çağrı duydukları zaman ona kulak kesilirler, duyarlar ve onu alırlar. Çünkü Allah ve O’na ait şeyler iman edenler açısından en değerli şeylerdir.
-Safâ ve Merve Allah’ın sembollerindendir
“Din de dil gibi ‘sembolik değil ama bir semboller sistemidir. Semboller birer atıftırlar. Her sembolün mutlaka sembolize ettiği bir hakikat vardır. Sembol zarf, sembolün sembolize ettiği gerçek ize mazruf, yani mektuptur. Zarf öneminin içinde taşıdığı mazruftan alır. Mektubu olmayan zarf ruhu olmayan bir ceset gibidir. Semboller de öyle. Sembollerin sembolize ettiği hakikatler, cesede nazaran ruh mesabesindedirler. Hac ibadeti de baştan sona sembollerle dolu bir ibadettir. Bu sembollerden biri de sa’y adı verilen Safa ile Merve tepecikleri arasını yedi kez kat’ ediştir.” (İslamoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/58)
“Hiç kuşkusuz Safâ ile Merve Allah’ın sembollerindendir. Kim hac ya da umre amacıyla Kâbe’yi ziyaret ederse, o ikisi arasında sa’y etmesinde herhangi bir mahzur yoktur. Eğer biri kalkar da emredilenin ötesinde hayır işlerse, iyi bilsin ki Allah yaptığının karşılığını bol bol verendir, her şeyi bilendir.” (Bekara 2/158)
Âyetteki “min şeâri’llah” Türkçe’ye, “Safâ ile Merve Allah’ın nişanlarından, alâmetlerinden, işaretlerinden, kutsal yerlerinden, nişanelerindendir” şeklinde çevriliyor.
İslâm gelmeden önce Safâ tepesi üzerinde İsaf, Merve tepesinde ise Nâile putları vardı. Câhiliye insanları sa’y yaparken gelip bu iki puta el sürerlerdi ve kurban keserlerdi. Bu putperest geleneğinden dolayı Müslümanlar -bu âyet gelmeden önce- bu iki tepe arasında sa’y etmekten çekiniyorlardı. İslâm puta tapmayı yasaklasa da bazı kimselerin içinde orada hâlâ mevcut olan putlardan dolayı bir şüphe ve tereddüt vardı. Yukarıdaki âyetle bu şüphe ve tereddüt tamamen giderilmiş oldu. (el-Ferrâ, Y. b. Ziyâd. Meâni’l-Kur’an, 1/298. Zemahşerî, el-Keşşaf, 1/206. Komisyon, İslâm Yolu DİB, 1/154)
ez-Zeccâc; “Allah’ın alâmetlerine saygısızlık etmeyin...” mealindeki âyet hakkında şöyle der: “Şeâirullah, Allah’ı hatırlatan bütün ibadet yerlerini kapsar. Çünkü bu gibi yerler bizim için alâmet taşırlar. Onlar da her vakfe yapılan, sa’y yapılan ve kurban kesilen yerler, ya da hac menâsikidir (haccın şartlarıdır). (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/91)
Buhârî’nin bir konu (bab) başlığı şöyle: “Safa ile Merve arasında sa’y yapmak ve bunların Allah’ın sembolleri (şeâir) kılınması babı”.
Asım ibn Süleyman anlatıyor, “Enes ibni Mâlik’e sordum ki “Daha önce Safâ ile Merve tepeleri arasında sa’y yapmayı hoş görmüyor muydunuz?” “Evet dedi. Çünkü onu cahiliyyenin şeâirinden (alâmetlerinden/sembollerinden) sanıyorduk. Ta ki Allah (cc) Bekara 2/158) âyetini indirdi.” (Devamla) dedi ki: Bu ikisi arasında tavaf (yani sa'y) nafile ibadettir. (Buhârî, Hac/80 no: 1648. Tefsir/21 no: 4496. Bir benzeri: Tirmizî, Tefsir/2 no: 2965-2966. İbni Kesir, Ebu’l-Fidâ. Muhtasar Tefsir, 1/145)
Allah (cc) daha sonra şöyle buyurmaktadır: “Gönül isteğiyle kim bir hayır işlerse gerçekten Allah şükredenlerin ecrini veren ve her şeyi çok iyi bilendir.”
Urve b. Zübeyr anlatıyor; Âişe'ye; “Bekara 2/158 hakkında ne dersin? Ben bir kimsenin Safâ ile Merve’yi tavaf etmemesinde bir sakınca görmem” dedim. O şöyle cevap verdi: “Kız kardeşimin oğlu, ne kadar kötü konuştun. Eğer senin yorumladığın gibi olsaydı âyet “Bu ikisini tavaf etmemekte bir günah yoktur” şeklinde olurdu. Halbuki bu âyet Ensar hakkında indi. Çünkü onlar Müslüman olmadan önce azgın Menat putuna saygı gösteriyorlardı. Menat putuna saygı besleyenlere Safâ ve Merve’yi tavaf etmek zor geliyordu. Sahabeler bu durumu Peygamber’e sordular. “Biz câhiliyye döneminde Safâ ve Merveyi tavaf etmekten kaçınırdık” dediler. Bunun üzerine bu âyet indi.” (Buhârî, Hac/79 no: 1643, Tefsir/2-21 no: 4495. Hz. Âişe’den gelen bu rivâyetin değişik şekilleri için bkz: Buhârî, Umre/10 no: 1790. Müslim, Hacc/43 (259-261) no: 3079-3084. Ebû Dâvûd, Menâsik/55 no: 1901. Tirmizî, Tefsir/2-12 no: 2965. Nesâî, Menâsik/168 no: 2970. Muvatta, Hacc/129. Müsned, 4/162, 227)
İbn Abbas’ın şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Cahiliyye döneminde şeytanlar bütün gece boyunca Safâ ile Merve arasında sesler çıkartırlardı. Çünkü bu ikisi arasında putlar da vardı. İslâm gelince Müslümanlar: “Ey Allah'ın Rasûlü, dediler; biz Safâ ile Merve arasında tavaf etmeyiz. Çünkü bunlar şirk (koşulan) varlıklardır.” Bunun üzerine bu âyet nazil oldu. (Müslim'in şartına göre sahih olduğu kaydıyla. Hâkîm, el-Müstedrek, 2/271, (2/298). Bkz. es-Suyûtî, C. Esbâbu’n-Nüzûl (çev.), s: 70)
“Safâ ile Merve’nin şeâriullahtan sayılması ile kıblenin değiştirilmesi arasında bir bağlantı var. Kıblenin Mescid-i Haram’a çevrilmesinin amaçlarından biri de oranın şirk ve putlardan arındırılması idi. Zira kıble âyeti indiği zaman Kâbe şirkin işgali altında idi. “Yüzünüzü onun yönüne çevirin ki size olan nimetimi tamamlayayım...” (Bekara 2/150) âyetinde hem bir emir hem de bir müjde var. Bu da ileride Mescid-i Haram’ın şirk ve putlardan kurtarılması idi. Kur’an bu müjdeden sonra Müslümanlara sabır ve namazla Allah’tan yardım istemelerini, hak yolunda karşılaşabilecekleri zorlulukları, bunlara sabredenlerin ödüllerini söz konusu ettikten sonra Safâ ve Merve’nin Allah’ın sembollerinden olduğunu haber veriyor. Bu ilâhi haber Safâ ve Merve’nin haccın bir parçası olduğunu haber verdiği gibi, oradaki câhiliyye âdetlerini de reddediyor.” (Abduh, M.-Rıza, R. el-Menâr (çev.), 2/92)
“Sa‘y bu âyet delil gösterilerek İslâm fıkıh ekollerinin çoğunluğunca haccın farzları arasında sayılmıştır. Bazı fakihler âyetteki “o ikisi arasında sa‘y etmesinde bir mahzur yoktur” ibaresinden yola çıkarak sa‘yi haccın farzlarından biri olarak görmemişler, hatta nafile olduğu sonucuna varanlar dahi olmuştur. Ne ki âyetteki “mahzur yoktur” (la cunâha ‘aleykum) ifadesinin, câhiliyye döneminde Safâ ile Merve’ye put yerleştirildiği için sa‘yetmek konusunda ihtiyatlı davranan kimi mü’minlerin gönlünden bu yersiz duyguyu silmek maksadını taşıdığı açıktır. Hz. Âişe’nin açıklaması da bu yöndedir (Kurtubî’den).” (İslamoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/58)
Allah (cc), sevdiklerini bazı sıkıntılara düşürse de kendisine dua edip sığınmaktan ayrılmayan, bu hususta elinden gelen son gayreti sarfederek sabır ve kararlılık gösterenlere, samimiyetle kendisine tevekkül edenlere, mutlaka en kısa zamanda ferahlığa ve genişliğe kavuşturmakla yardım eder. Su bulmanın imkânsız gibi göründüğü çöl ortamında bile, Hâcer gibi oturup ölümü beklemeye razı olmamak, Allah’tan ümidi kesmemek, su ya da yeni imkânlar aramaya devam etmek iman edenlerin tavrıdır.
İşte buna işaret olmak üzere Allah (cc) Safâ ile Merve'yi kıyâmete kadar dinin alâmetlerinden olarak göstermiştir. Mü’minler, biraz korku, biraz açlık ve diğer sıkıntı ve musibetlerle imtihan edilseler bile ümitsizliğe düşmemeli, kurtuluşu imkânsız görmemeli, sabretmeli ve Allah’tan yardım beklemeliler.
Hac ve umre için Beytullah’ı ziyaret edenler, aynı zamanda Safâ ile Merve arasında sa’y etmek zorundadırlar. Zira bu iki tepe arasında sa’y, haccın menâsikindendir (şartlarındandır). (Sa’y kelimesi hem hızlı-telaşlı yürümeyi, hem de çabayı, çalışmayı, cehdetmeyi anlatır. Nitekim Türkçe’de “sa’y-ü gayret” diye bir tabir vardır.)
Safâ ile Merve arasında sa’y etmek, Hâcer’in sahsında iman edip, sabreden, azim ve tevekkül gösteren kimselere bir ümit kapısıdır. Allah (cc) Hacer’in çabasından, kararlılığından, sabır ve tevekkülünden razı olduğu için, onun iki tepe arasındaki su arayışını (sa’y’ını, çabasını ve gayretini) bütün insanlık için bir ibadet kıldı. Onun bu ihlasını ebedî bir hatıra, kendi sembollerinden, haccın menâsikinden biri yaptı.
Safâ ile Merve, Kâbe'nin hemen yakınında bulunan iki alçak tepenin adıdır. “Hz. İbrahim'in Allah'ın buyruğu ile Hâcer'i ve bebek yaştaki oğlu Hz. İsmail'i çölde terkettiği ve anne Hâcer'in bundan dolayı acı ve ızdırap çektiği mekân olduğu rivâyet edilir. Susuzluktan kıvranan ve çocuğunun hayatından endişeye kapılan Hâcer, iki kaya arasında koşup duruyor ve yardım için Allah'a yalvarıyordu. Sonunda Hâcer Allah'a güvenmenin ve sabretmenin mükâfatını gördü. Allah (cc) hem kendisini hem çocuğunu hem de Mekke’ye giden herkesi susuzluktan kurtaran ve o gün bugündür akmaya devam eden Zemzem suyunun keşfettirdi.” (Buhârî, Enbiyâ/9 no: 3364)
“Hâcer'in bu şiddetli imtihanının ve Allah'a güveninin anısıyla Safâ ve Merve, İslâm öncesi zamanlarda bile imanın ve sıkıntılara göğüs germenin sembolleri olarak görülmeye başlandı. Bu özellik, Safâ ile Merve'nin neden sabır ve Allah'a güven erdemlerini konu alan âyetler içinde zikredildiğini de açıklamaktadır.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/43)
Müslüman cemaatin vicdanlarında bu süreç tamamlanıp amacına ulaşınca, İslâm sakıncasız gördüğü için yaşatmak istediği bazı eski gelenekleri diğerlerinden ayrıştırmaya geçti. Fakat bu geleneği veya kültür unsurunu eski cahiliye kökünden kopardıktan, onu o ortamdan iyice izâle ettikten sonra İslâm kulpuna bağladı. Bir Müslüman bu geleneği uygularken onu, cahiliye döneminde yapılıyordu diye değil, kökü İslâm'a dayalı bir ibadet unsuru olarak uyguluyor, benimsiyor.
“Hiç şüphesiz, Safâ ile Merve Allah'a ibadet sembollerindendir. Buna göre, bu iki tepe arasında tavaf yapan bir ziyaretçi, yüce Allah'a ibadet etme anlamı taşıyan bir hareket yapmış, bu iki tepe arasındaki tavaf ile Allah'a yönelmiş oluyor. Bu yeni tavaf ile cahiliye döneminden miras kalan eski tavaf arasındaki ilişki kesinlikle kopmuştur. Artık bu amel, İsaf ve Nâile adlı putlara ya da diğer cahiliye dönemi putlarına değil, yüce Allah'a yöneliktir. Bu yüzden herhangi bir sakıncası, günahı yoktur. Davranış; artık o eski davranıştan başka bir davranış, yöneliş; o yönelişten tamamen farklı bir yöneliştir.” (Kutub, S. fi-Zılâli’l-Kur’an, 1/149)
Kıble’nin Mescid-i Aksa’dan Mescid-i Haram’a çevrilmesinin hikmetlerinden biri de, İbrahim ve İsmail gibi Beytullah’ın şirkin kirlerinden temizlenmesi gerektiğine işarettir. Zira Kâbe Allah adına yapılan ilk mabedtir ve İslâm’a aittir. Orası şirkin işgalinde olduğu halde Müslümanlar, içinde şirk unsurları ve sembolleri olan bir mekâna doğru yöneleceklerdi. (Bekara 2/150) Bu âyeti “…Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim…” (Mâide 5/3) âyetiyle birlikte düşünürsek tamamlanan nimetin İslâm olduğu anlaşılır.
İslâm nimetinin tamamlanması da Mekke’nin fethinden sonra gerçekleşmiştir. Henüz Mekke fethedilmeden önce Safâ ve Merve’nin Allah’ın sembollerinden olduğu vurgusu, hem onların saygıyı hak ettiklerini hatırlatma, hem oranın fethedilmesi, şirkin elinden kurtarılmasının gereği hem de bir müjdedir. Mekke’ye hâkim olan müşrikler şimdilerde güçlü görünseler de, eninde sonunda hak galip gelecek ve İbrahim ve İsmail’den beri Allah’a ibadet için kurulan hac mekanları asli görevine geri dönecek. İnsanlara Allah’ı hatırlatmaya devam edecek. İman edenlere şuur vermeye, takvalarını arttırmaya devam edecek.
-Allah’ın sembollerine saygı
Kur’an iman edenlerden “şeâirullah’a-Allah’ın sembollerine” saygı göstermelerini emrediyor ve bunu takva bilincine bağlıyor. Öyle Allah’ın nişanelerine hakkıyla saygıyı ancak Allah’a karşı kulluk bilinciyle hareket edenler gösterebilir.
“Siz ey iman edenler! Allah’ın sembollerine (şeâirullah’a), saygın aya, gerdanları süslenmiş kurbanlıklara ve Rablerinin ihsan ve rızasını isteyerek Beytu’l-Haram’a koşanlara karşı saygısızlık etmeyin!.. Ancak, hac ile ilgili sorumlulukları yerine getirdiğiniz zaman avlanın! Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoyanlara olan hıncınız, onlara saldırganlık yapmanıza yol açmasın; erdem (birr) ve takvada birbirinizle dayanışma içinde olun, günahkârca kötülük ve düşmanlıkta değil; artık Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun: Çünkü Allah’ın cezası pek çetindir.” (Mâide 5/2)
Bu âyette Allah'ın şeâirine, yani iradesini gösteren merasim ve dinî sorumluluklara, ibadeti işaret edici alâmetlerine saygısızlık etmeyin deniliyor.
Bu bağlamda şu nokta iyi anlaşılmalıdır ki, Allah'ın şiârlarına gereken saygıyı gösterme emri, Müslümanların Mekke’yi ellerinde bulunduran müşrik Araplarla savaşta olduğu bir zamanda gelmiştir. (Yıldırım, S. Mâide 5/2 âyet açıklaması.)
Müşrik Araplardan bazıları Kâbe'ye giderken Müslümanların kendilerini kolayca vurabilecekleri yollardan geçmek durumunda olduklarından bu emir gerekliydi. Bu yüzden Müslümanlara, putperest de olsalar, kendileriyle savaş halinde de olsalar, Allah'ın Evi'ne giden müşriklere eziyet etmeme emri verilmektedir. Yine, Müslümanlar Hac aylarında onlara saldırmamalı, kurban olarak Allah'ın Evi’ne götürdükleri hayvanları ellerinden almamalıdırlar. Bu, bozuk dinlerinde sağlam kalmış olan Allah'a ibadet öğesine saygı gösterilip, ayak altına alınmamasını temin içindir. (Mevdûdî, E. Tefhimu’l-Kur’an (çev.), 1/131)
Müşrik Araplarla savaş halinde olan Müslümanlara yapılan bu hatırlatma ne kadar dikkat çekicidir. Bir mekânın önemi onun nerede ve nasıl olduğundan değil; onun neyi sembolize ettiğinde, neyin sembolü olduğundan gelir. Safâ ve Merve iki küçük tepecik olmasına rağmen, Müslümanlar için son derece önemli ve ibadet yeridir. Zira onları Allah (cc) kendisini, kendisine ibadeti, İbrahim’i, İsmail’i, Hâcer’i, teslimiyeti ve fedakârlığı, sabrı ve tevekkülü, kararlılığı ve Allah’a güveni ifade eden bir sembol yapmıştır. Bu bağlamda Allah’ı hatırlatan her şiâr (şuur veren şey-sembol) değerlidir. Unutmamak gerekir ki bu durum Tevbe 28. âyeti gelinceye kadardı. Böylece müşriklerin Harem bölgesine girmeleri ebediyen yasaklanmıştır.
Âyetlerde Allah’ın sembolleri “min şeâirillah-Allah’ın şeârinden kılındı, ya da Allah’ın şeâirindendir deniliyor. “min” edatı bütünden bir parçayı ifade eder. Buna göre Kur’an’ın Allah’ın sembolleri/alâmetler hacda; ihram, mikatlar (ihrama girilen ve vakfe yapılan yerler), cemerât (sembolik şeytan taşlama), Safâ ve Merve, el-Meş'ari’l-haram, Arefe ve Arafat, tavaf ve sa’y, kurban, tıraş olma gibi hac menâsiki denilen sembollerdir. Yine bu alâmetlerden sayılan haram aylara (Receb, Zilka’de, Zilhicce, Muharrem) (Bekara, 2/194), Kâbe'ye hediye edilen kurbanlıklara (hedy’e) kurbanlık nişânesi olan gerdanlıklara (kılâde’ye), Kâbe’ye doğru gelenlere, Rabblarından hem bir fadl (dünyaya ait bir ticaret) ve hem hoşnutluk ümit ederek ziyaret kastedenlere saygısızlık gösterilmez, onlara engel olunmaz.
Muhtemel ki bunlar da Allah’ın sembolleri tanımına dahildirler. Bunlar da Allah’ı ve O’na ait şeyleri hatırlatan, onlara saygıyı destekleyen, iman edenlerin bilinçlerini tazeleyen, imanlarını artıran saygın nişânelerdir.
Nitekim Elmalılı, şeâirin bazen ibadetin kendisiyle, bazen da ibadet edilen yerle ilişkili olabileceğini belirtir; bu bağlamda haccın rükünleri yanında ezanı, cemaatle namazı, cuma ve bayram namazlarını, hatta camileri ve minareleri de dinin şiârları arasında sayar (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/457)
“İşte böyle. Kim Allah'ın sembollerine saygı gösterirse, bu; kalplerin takvasındandır (kalplerinde Allah korkusu olanlar, O'nun işaretlerine/sembollerine saygı gösterirler).” (Hac 22/32)
“Allah’ın sembolleri, simgeleri, nişaneleri, alâmetleri, şiârları, hükümleri gibi ifadelerle Türkçeye aktarılan ‘Şeâru’llah’ takva bilincine dayandırılan önemli bir hatırlatmadır. Burada dinî simgelerin önemine işaret ediliyor ve bunlara saygı göstermenin imanî bir sorumluluk olduğu vurgulanıyor.
Âyeti şöyle anlamak da mümkün: “Bu semboller gerçek anlamını kalplerde kök salan sorumluluk bilincinden alırlar” ya da “bu simgeler gerçek anlamını Mü’minlerin kalplerinde Allah'a karşı taşıdıkları sorumluluk bilincinde bulmaktadırlar.” (M. İslamoğlu ve M. Esed âyete bu anlamı vermeyi tercih ediyorlar.)
Bu manaya göre semboller, Allah’a karşı sorumluk bilinci taşımayanlar için bir anlam ifade etmezler. Onlar için bu gibi nişâneler/alâmetler sıradan şeylerdir. Onlara göre Müzdelife sıradan bir düzlük, Safâ ile Merve küçücük iki tepe, Arafat hafif yüksek bir dağ, Kâbe sıradan bir yapı, kurbanlıklar et için beslenen hayvanlardır. Kur’an’ın Allah’ın sembolleri (şeâirullah) dediği şeyler, müttaki olmayanlarda ne bir heyecan uyandırır ne Yaratan’a saygıyı arttırır ne de kalplerde rikkat (hassasiyet) meydana getirir.
Ancak takva bilinci taşıyan bir yürekte onların taşıdığı anlam, vurguladıkları gerçek, temsil ettikleri hakikat, dile getirdikleri dini heyecan, hatırlattıkları şeyler bambaşkadır.
Şeâirullah’ın (Allah’ın sembollerinin) nihâi amacını bir sonraki âyet şöyle vurguluyor:
“Bu (simgeleri gözetmekte gösterilen bilinç ve duyarlığın) size O'nun tarafından) belirlenmiş bir süreye kadar yararları olacaktır; sonra bunda güdülen amacın ve varılan sonucun (tevhid inancını simgeleyen) En Eski Mescid (olduğunu anlayacaksınız).” (Hac 22/33)
“Çıkış noktası ‘mü’minin kalbindeki sorumluluk bilinci’ olan hac ibadetini oluşturan sembollerin gösterdiği güzergâhı izleyen herkesin varıp duracağı nokta, Allah’ın karşısındaki acziyet ve kulluğunu simgeleyen, dolaysıyla tevhid akidesini sembolize eden Kâbe’dir. Kökü insanın yüreğinde olan Allah’a karşı sorumluluk bilinci, sahibini yeryüzünün kalbi olan Kâbe’ye doğru yöneltir. Âyette geçen ‘mahil’ masdarı, varış yeri belli olan güzergâh, varış zamanı ve yeri demektir. Buna göre yürekten çıkıp zamanda ve mekânda özgürlüğü keşfetmek için girişilen eyleme delâlet eder.” (İslamoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/647)
Şeâir; aynı zamanda Müslümanlara, bu tür unsurları putperestçe bir düşüncesizlik içinde birer fetiş haline sokmamaları yününde bir uyarıdır. Nitekim tarih boyunca niceleri birtakım sembolleri, birtakım nesneleri kutsal sayıp fetiş haline getirmişler, zamanla bunları putlaştırmışlardır.
Şeâirullah Ay’ı işaret eden parmağa değil, Ay’a bakmayı öğretirler. Onlar zarfa değil, içindekine dikkat çekmeyi gösterirler. (Kutub, S. fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2422)
LÜGAT
Sayı 60 (2018)