Kurban: Bir Varlık Hiyerarşisi Talimi

Mustafa İSLAMOĞLU

 

İbadetlerde üç şey aranır: İllet, maslahat, hikmet.

İlletler ibadetlerin sebepleri, maslahatlar yararları, hikmetler gayeleriyle ilişkilidir.

Hikmetsiz ibadet olmaz, zira:

  1. Allah abesle iştigal etmez. İnsan da, insan için konulan emir ve yasaklar da abes değildir: “Yoksa Bizim sizi anlam ve amaçtan yoksun olarak yarattığımızı mı sanıyorsunuz? (23:115) Abes’in Kur’an’da bir karşılığı da “batıl”dır. “Onlar göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler ve derler ki: Rabbimiz sen bütün bunları anlamsız ve amaçsız yaratmadın”. O her şeyi hak ile yaratmıştır. Bir şeyi hak ile yaratmak, bir “anlam ve amaca mebni olarak yaratmaktır”.
  2. İbadetleri ibadet yapan niyetlerdir. Niyet, bir bilinçlilik halidir. Dolayısıyla niyet, bir amaçlılık ve anlamlılık halidir. Anlamsızlığın ve amaçsızlığın olduğu yerde niyetten söz edilemez. Bu Kurban ibadeti için de geçerlidir. Niyet bir ibadetin “aksa’l-ğaye”sini gösterir.

Hikmetler bazen illetlerle, bazen de maslahatlarla karıştırılır. Oysaki hikmetler gayelerle alakalıdır. Zira hikmet “muhakeme” yoluyla “ihkam” veya “hükm”dür. Tüme varım yöntemiyle bir okuma sonucunda peygamberlere “kitap ve hikmet” verildiğini söyleyen ayetler, kitabı hayata dökecek bir muhakemeye işaret ederler. Bir ibadetin hikmeti, onu bir yere “bağlamak”tır. Yani, onun anlam ve amacını keşfetmektir. Onun, insanın “ma hulika leh”ini (yaratılış amacını) gerçekleştirmede oynadığı rolü tespit etmektir.

İbadetlerin hikmeti bazen onları emreden nasların açık ve zımni delaletleri ve hal karineleri yoluyla, bazen de muhakeme ve istikra yoluyla bilinebilir.

Kurban ibadetinin hikmeti, Kurban’ın amacını açıklayan Kur’an’daki tek yer olan Hac suresinin 36 ve 37. ayetlerinde mündemiç bulunmaktadır.

“Hayvanların kurban edilmesine gelince; Biz onu sizin için içerisinde nice hayırlar barındıran Allah’ın simgelerinden biri olarak (ibadet) kıldık: Bu böyledir; zira Biz onları sizin emrinize amade kılmışızdır; umulur ki şükredersiniz.”

“Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat sizden O’na ulaşan yalnızca O’na karşı gösterdiğiniz derin sorumluluk bilincidir. Böylece, onları size musahhar kıldı ki, size yol gösterdiğinden dolayı Allah’ın yüceliğini layıkıyla takdir edesiniz; ve (sen Ey Peygamber,) iyileri (O’nun rızasıyla) müjdele.” (Hac, 36-37)

 

Bu ayetler Kurban’ın hikmetini onun eti ve kanı gibi maddi unsurlarında, sosyal ve ekonomik katkısında değil, manevi boyutta aramamız gerektiğini gösterir.

Bu iki ayette kurbanın hikmetini bulmamızı kolaylaştıran iki ibare vardır: 36. ayetin sonunda yer alan “Kezalike sahharnaha lekum” (Böylelikle Biz kurbanlıkları size musahhar kıldık). Ve 37. ayetin ortasında yer alan şu cümle: “Kezalike sahharaha lekum” (o hayvanları size musahhar kıldığını işte böyle gösterdi).

Teshir, insanın ekremiyyet sırrıdır ve yaratılmışlar içindeki kerametini gösterir. Teshir ayetlerindeki “lam”ın dilsel konumu gereği, “İnsanın emrine amade kılınmayı” veya “İnsana hizmet maksadıyla bir yasaya uygun yaratılmayı” ifade eder. Ödünç bir kalıpla ifade edersek: Bir şeyin insana musahhar kılınması, onun üzerine Allah’ın “insanî hizmete mahsustur” yazmasıdır. Kur’an’a göre: Nehirler, yıldızlar, güneş ve ay, gece ve gündüz, denizler, yerde ve gökte bulunan her şey, kuşlar ve bulutlar insana musahhar kılınmıştır. Kurban edilen hayvanlar da musahhar kılınanlar arasındadır. Kurban’ın hikmeti “kezalike” işaret ismiyle, “musahhar kıldığımızı beyan için kurban kesilmesini teşri kıldık” zımni ifadesinde yatmaktadır.

Teshir, kavram olarak “meratıbu’l-vücud”a, yani varlık hiyerarşisine delalet eder.

Kur’an teshiri hatırlatmakla, dolaylı olarak şirki ortadan kaldırmayı, doğrudan varlık mertebelerini gözetmeyi amaçlamıştır.

Allah şirki kendisine zarar verdiği için değil, insana zarar verdiği için yasaklamıştır. Şirk özne olarak yaratılan insanın eşya karşısında kendisini nesneleştirerek tüketmesidir. Ve her şirk insanın ilahi yaratılış hiyerarşisindeki yerini unutması sonucunda gerçekleşir.

 

Ama teshirin asıl amacı, varlık hiyerarşisine dikkat çekmektir. Varlığın bir hiyerarşiden yoksun olduğunu düşünmek, tesadüfü Yaratıcı ilan etmekten başka bir şey değildir. Bu tür materyalist bir yaklaşımın ahlaki nihilizmle sonuçlanması bir yana, insanın kendi değerini-haddini bilmemesiyle, dolayısıyla insanın ve insanlığın tükenişiyle sonuçlandığı bir hakikat. Kuran’ın, insanın “ahseniyyet” ve “ekremiyyeti”nden söz etmesi, haddi zatında ilahi yaratışta bir hiyerarşinin varlığına delalet eder.

İnsan varlık hiyerarşisini her bozduğunda, başına iş alır. Sahte kutsalların icadıyla sonuçlanan tüm sapmaların temelinde varlık hiyerarşisine hürmetsizlik yatar.

Eğer varlık hiyerarşisi bozulursa, işte o zaman insan kurban edilmiş demektir. İşbu yüzden kurban, sadece insanın Allah karşısındaki haddini değil, eşya karşısındaki değerini de öğrenmesidir.

 

Kur’an’da insana musahhar kılındığı buyurulan unsurlara tek tek bakar mısınız: Yıldızlar, güneş, ay, okyanuslar, nehirler, gece, gündüz ve hayvanlar. Bunların bir kısmı insanoğlunun kendisini aciz hissettiği varlıklar. Bu acziyet giderek korkuya, korku tazime, tazim takdise, takdis tapınmaya dönüşmüştür.

 

Güneşe, aya, yıldızlara, denize, ırmağa tanrılık yakıştırıp tapınan kadim kavimleri hatırlayalım. Mesela eski mısırlıların “güneş tanrısı”, Sümerlerin “ay tanrıçası”, Urluların yıldızlara tapınmaları, Mısırlıların Nil’e kutsallık yüklemeleri. Bu icat edilmiş sahte kutsallıklar cinayete dönüşüyor, her sene bakire bir kızı Nil’e kurban ediyorlardı. Mesela musahhar kılındığı buyurulan gece de öyle. Cahiliyye insanı geceyi bir tür “Şer ilahı” gibi tasavvur etmeye başlamıştı. Kur’an’da geceye yemin edilmesi onun da Allah’ın buyruğu altında olduğunu ifadeden başka bir şey değildir.

Musahhar kılındığı buyurulan unsurlardan yabani hayvanları temsilen kuşlar ve evcilleri temsilen de kurbanlık hayvanlar, insanın minnet duygusuyla başlayan süreç sonunda tanrılığa terfi ediyorlardı. Tüm animist ve pagan toplumlarda totemlerin ve kültlerin birçoğunun vahşi veya evcil hayvanlar olduğunu hatırlayalım.

Nuh suresinin 21-23. ayetlerinde anılan beş puttan yeşus’un “arslan”, ye’uk’un “at”, nesr’in “kartal” figürleri olduğunu Kelbi’nin Kitabu’l-Asnam’ından öğreniyoruz. Bunlar Beni Gatif’in, Hemedan’ın ve Himyerlilerin putlarıydı.

 

Peki ya Kureyş, ya bölgenin en vazgeçilmez hayvanı olan deve, onu neden put olarak göremiyoruz?

Bu sorunun cevabı için Maide suresinin 103. ayetini okumamız gerekecek:

“Ne bahîra ve sâibe, ne de vasîle ve hâm Allah’ın emri değildir. Fakat hakikati inkarda direnenler Allah’a iftira ediyorlar. Zira onların çoğu kafalarını kullanmıyorlar.”

Cahiliyye insanı, üst üste beş kez doğuran deveye Bahira, adak deveye Saibe, dişi ve erkek birden doğuran koyuna Vasile, dölünden on batın yavru elde edilen erkek deveye Hâm adını verirler, bunlara bir işaret koyup salıverirlerdi. Binmezler, yemezler, sütünü içmezlerdi. Bir tür minnet duygusuyla yapılan bu uygulama, sahte bir kutsallık icadıydı. Bu sahte kutsallık ve dindarlık gösterisi ekmeğin sahibine şükredeceği yerde ekmeğe şükreden şaşkınlıktan başka bir şey değildi. Bu hayvana da eziyet idi. Çünkü o deve artık “Allah’ın devesi” oluyor, ona ne yem ne de su veriyorlardı.

Aslında Semud kavminin helak kıssasında merkezi bir yer işgal eden “deve”, bu kavmi helake götüren sürecin temelinde varlık hiyerarşisini ihlalin yattığını gösteriyordu. Bu deve için Kur’an’da “Allah’ın devesi” tabiri kullanılır. Aslında bu “Allah’ın beyti”, “Allah’ın arzı” ibareleriyle aynıdır. Yani “kamu malı”nı ifade eder. Onlar, muhtemelen önce varlık hiyerarşisini bozan sahte bir kutsallık icat etmişler, “kutsal” ilan ettikleri Allah’ın devesine Allah’ın suyunu çok görmüşler, bu tasavvur onları helake sürüklemişti.

Varlık hiyerarşisini bozmanın en tipik örneği eski Mısır’dır. Eski Mısır’da Apis kültü, Mısır dininde merkezi bir yer işgal eder. Apis öküzü toprağı sürdüğü için kutsaldır. Onun alt kategorisi olan İnek (Hotor) ise onun astı olan bir tanrıdır. Varlık hiyerarşisini bozma sonucunda koca bir ülkeyi öküzler ve inekler yönetmeye başlar. Şöyle ki, Apis rahiplerinin tek bir görevi vardır: Apis mabedlerinde bulunan kutsal öküz ve inekleri gözlemleyerek, onların hareketlerini, kuyruk sallamalarını, kulak bükmelerini, mölemelerini tefsire tabi tutmaktır. Bu şekilde koca ülke öküzlerin ve ineklerin kuyruk ve kulak hareketleriyle savaşa giriyor veya girmiyor, insanların suçlu olup olmadığı belirleniyor, o yılın kurak gidip gitmeyeceği tahmininde bir numaralı rolü öküzler ve inekler oynuyordu.

 

Hz. Musa’nın vahiy almak için İsrailoğulları’nı kendi başlarına bırakmasından istifadeyle Samiri’nin altın takılardan imal ettiği buzağı da Mısırlıların hotor tanrısının bir astıdır. Varlık hiyerarşisini bozma sürecinin sonunda nereye varıp dayandığının en tipik örneğidir bu. Meriç’in çarpıcı ifadesiyle: Irzına geçen zorbaya aşık olan aptal kız rolünü oynamak. Yani, düşmanına âşık olmak ve onun tanrısına tapınmak. Öyle bir aşağılık duygusu ki bu, onun taptığı öküze, hatta ineğe kendisini layık görmeyip, ineğin yavrusuyla (buzağı) yetinmek. Bu, soğanı sarımsağı özgürlük ve adalete tercih eden bir şaşkınlıktır: “İnin Mısır’a, istediğiniz orada sizi bekliyor”.

Kurbanın hikmeti bütün bu izahlardan sonra şöyle özetlenebilir: Kurban ibadeti, insanoğluna varlık hiyerarşisinin önemini anlatan “sembolik” değil ama “sembol” bir ibadettir.

 

Kurban, bu manasıyla yalnızca kulun Allah’a yaklaşmasını değil hem kendi öz varlığına hem de kendini çevreleyen varlıkları yaklaşmasıdır.

Kurban, zımnen “Allah’ım senin varlık için koyduğun hiyerarşiyi bozmayacağım “sözüdür. Kurbana, hayvanlara sevgi ve şefkat gerekçesiyle karşı çıkmak, sevgi ve şefkati zehirlemektir. Şefkat zehirlenince adalet değil zulüm ortaya çıkar.

Bayramınız mübarek olsun, bayram sizi mübarek etsin.

 

60. Sayı (2018)

Başyazı

Follow