Akabe Vakfı yöneticileriyle infak, yardımlaşma ve vakıf hizmetleri üzerine…
Söyleşenler: M.Baykul, M.Aydın
2009 Temmuz-Ağustos (Sayı 7)
“İnfak” konulu 7. sayımızın söyleşi köşesinde Akabe Kültür ve Eğitim Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı ve Genel Müdürü Hasan Hafızoğlu ile Mütevelli Heyeti Üyesi ve Genel Müdür Yardımcısı Bahri Bulut’u konuk ettik. “Eksende insan, tavırda denge, tasarrufta ihtiyaç” prensiplerine riayet etmeyi en başından beri kendisine ilke edinmiş Akabe Vakfı’nı bu sohbetimizde bir infak kurumu olması itibarıyla daha yakından tanımak ve Kur’ani Hayat Dergisi’nin siz kıymetli okurlarına tanıtmak istedik.
Öncelikle ilkeleri paylaşalım okuyucularımızla. “Eksende insan, tavırda denge, tasarrufta ihtiyaç” ilkelerinin neleri ifade ettiğini kısaca açıklayabilir misiniz?
Hasan Hafızoğlu: Her kurumun olduğu gibi eğitim ve kültür vakfı olan kurumumuzun da elbette temel ilkeleri bulunmalıydı. Kuruluş aşamasında bu ilkelerimizi belirledik. Bu ilkeler hakikaten içi doldurulması zor ilkeler… “Eksende İnsan, Tavırda Denge, Tasarrufta İhtiyaç” ilkelerimizi kısaca şöyle açıklayabilirim:
Biz “eksende insan” derken her şeyin insan merkezli, insanı önceleyen, insanın eğitimini önceleyen, kâmil insanı yetiştirmeyi önceleyen bir vakıf olarak yola çıktık. Eksene insanı aldık. Her şey insan içindir, dedik. Zaten yaratıcımız Cenab-ı Allah, eşref-i mahlûkat olarak insanı seçmiştir. Tüm kâinatı ve kâinattakileri insanın hizmetine tahsis etmiş, onları insanın emrine musahhar kılmıştır. Her şey insan içindir ve insan da Allah içindir. Dolayısıyla hiçbir çizgiyi insandan önceye koymadık, hepsi insan içindir, dedik. İnsanı feda edecek hiçbir tavır içerisinde bulunmadık.
“Tavırda denge” ilkemize gelince, Kur’an’ın ve nebevi sünnetin öncelikli sırasını bozmadan tüm davranışlarımızda dengeyi, itidali, adaleti esas aldık. Bize miras bırakılan dini ve dinî tecrübeyi bölüp parçalamadan, birinin ilkesini diğerininkine feda etmeden dengeli bir İslam anlayışını insani hizmet anlayışını ortaya koyma gayreti güttük. İnsanın üç boyutu vardır; kafa, bilek ve yürek… İnsan hem bilgiye, hem sevmeye/sevilmeye, hem de eylem yapmaya ihtiyaç duyar. Dolayısıyla biz eğitmek, hizmet etmek istediğimiz insanda duygu düşünce ve eylem birlikteliğini dengelemeye çalıştık. Nitekim sevgili Peygamberimizin ortaya koyduğu din anlayışı da böyleydi.
“Tasarrufta ihtiyaç” ilkesi ise, bir şey ihtiyaçsa onu yapalım dedik. Her yapacağımız yatırımda, atacağımız adımda, hizmette, planda, programda, projede “bu bir ihtiyaç mı?” sorusunu sorduk. Elbette bu ihtiyaç insan için olmalıydı. Eğer bu ihtiyaç değilse bunun adı lükstü, israftı. Dolayısıyla ihtiyaçsa onu yaptık. “Başkalarında var bizde de olsun diye” hiçbir faaliyette, projede bulunmadık. İnsanlığın, insanların temel ihtiyacını gideriyor mu, gidermiyor mu bunu önceledik. Dolayısıyla tasarrufta ihtiyaç ilkesi de bundan kaynaklandı. Kuruluşundan buyana da mümkün mertebe bu ilkelere itina gösterdik. Bu ilkeleri uyguladığımızı düşünüyoruz.
“Eksende insan, tavırda denge, tasarrufta ihtiyaç” ilkelerini kendisine şiar edinerek çalışmalarına başlayan Akabe Vakfı hedefine ulaşmada nasıl bir yol ve yöntemle hareket ediyor?
HH: Kuruluş aşamasında öncelikle ihtiyaçları tespit ettik. İçinde bulunduğumuz ortamı, coğrafyayı değerlendirdik. Toplum nereden, nereye gidiyordu, insana yönelik mevcut çalışmaları değerlendirdik. Ve buradan yola çıkarak ilk öncelikli olan eğitimdir, dedik. Eğitimde de yaygın eğitim modelini kullandık. Yapmak istediğimiz İslami eğitimi en yaygın metotla icra etmeye çalışmaktı. Bunun için programlar düzenledik. Mesela, tefsir sohbetleri… Bunu da en yaygın bir şekilde icra etmeye çalıştık. Gerek konferanslarla, gerek kitaplarla, gerek kaset, cd gibi görsel malzemelerle, daha sonraları internet kanalıyla 7’den 77’ye toplumun her kesimine vakfın faaliyetlerini bu çatı altında sunmaya çalıştık. Zaman zaman öğrenci çalışmalarına, zaman zaman çocuklara yönelik çalışmalara, zaman zaman aile, zaman zaman genel kitlesel eğitim çalışmalarına ağırlık verdik. Dolayısıyla bunlara dikkat ettik. Kısaca hiçbir zaman aşırıya kaçmadık. Haddimizi aşmadan yapabileceğimiz şeyleri az önce bahsettiğimiz ilkeler çerçevesinde ortaya koyarak genel anlamda ihtiyaçlara cevap vermek istedik. En büyük açıklığı ilimde gördük. Bu alanda insanları doyurmaya çalıştık. Mümkün mertebe özel öncü insan yetiştirmeye gayret ettik. Hâlâ bu çabamız sürmektedir. Toplumu çekip çevirecek, dengeli bir İslami anlayışa sahip özel insanlar yetiştirmeye çalıştık. Hamdolsun birçok kademede, birçok konumda bulunan o günden bugüne yetişmiş insanlarımız, kimisi hâlâ vakıf çatısı altında, kimisi bireysel imkânlarıyla bu hizmetleri sürdürüyorlar.
Yönteme dair ne dersiniz?
Bizi ön plana çıkaracak ilke denge ilkesidir. Bu ilkeyi ihlal etmemeye çok çaba gösterdik. Bunun anlamı şudur: Kafa, yürek ve bilek dengesi… İnsanımızda bunu oluşturmaya gayret ettik. Buna duygu düşünce ve eylem dengesi de diyebiliriz. Bilgi, bilinç, amel dengesi de diyebiliriz. Yani hem fikir ve ilimle insanları donatmaya, hem de elde ettiğimiz bilginin amele dönüşmesine gayret ettik. Hem de bu amelin ihlâsla, ihsanla yapılmasına özen gösterdik.
Bu üç dengeyi bir arada sunmaya çalıştık. Akademik dille ifade edecek olursak, ‘beyan, burhan, irfan’ bilgi sistemlerini gündemimize aldık. Bunlar arasında bir denge kurmaya çalıştık. Yani bunu bozmadan insanın ihtiyacı olan her şeyi dengeli bir şekilde sunma gayretinde olduk. Çünkü denge bizim için altın kelimeydi. Nebevi sünnette de öyleydi. Ne tasavvufu önceledik bu anlamda, ne sadece fikir üreten kafayı, ne sadece eylem yapan bir yapıyı önceledik. Biz bilgi, bilinç, amel dengesini bir arada gündemimizde tutmaya gayret gösterdik. Hakikaten bu üçünü bir arada kullandığımızda dengeli bir toplumun oluşacağından kuşkumuz yoktu. Dolayısıyla bazıları bize tasavvufî bir cemaat derken, bazıları da başka bir isim taktı. Hâlbuki bizde hepsi vardı. Bu dengeyi kurmadığınızda sağlıklı bir yapının oluşmayacağı aşikârdı. Tarihe baktığımızda bu dengenin bozulduğunu görüyoruz. Kimisi siyaseti, kimisi ibadeti, kimisi tespihi, kimisi eylemi öncelemiş. Hâlbuki hepsinin olması gereken kadar bir yapının içerisinde yer alması gerekiyordu. Kur’an’ın emirlerini baz aldığımızda bunun müthiş bir şekilde oluştuğunu görüyoruz. Asr-ı saadette de bu dengenin en bariz örneklerini görüyoruz.
Bahri Bulut: Bilgilendir, bilinçlendir, birleştir, bütünleştir. Bu bizim hareket metodumuzu da özetliyor aslında. Sıralama önemli. Öncelikle bilgilendirme olmadan bilinçlendirme yapmak belli bir zaman sonra sapmayı beraberinde getirecektir. Bilinçlendirme olmadan bilgi olursa bu şekilde kuru bir bilgi olacaktır. Böyle bir bilgi insanı ne Allah’a götürecektir, ne de insanı maksadına ulaştıracaktır. Birleştirmek deyince, bütün unsurlar o noktada bir araya gelmeli ve hiç biri diğerinden kopuk olmamalı. Birleştirme bu anlamda önemli. Bütünleştirme ise, Rabb’imizin öngördüğü tevhidini gerçekleştiren unsurdur. Kevni âyetlerde de belirtildiği gibi, Müslümanların bilgilerinde kendi içerisinde ve toplum içerisinde bir bütünleşme olmayınca her biri dağınık kalacaktır. Bu da Rabb’imizin muradına uymayacaktır.
Dikkatle baktığımızda vakfın söz haznesinde bazı cümleler ön plana çıktığını görüyoruz. Bu cümleler özenle seçiliyor. Bunların ortaya çıkış serüveni nasıl oluyor?
BB: Müslüman kimdir, dediğimizde kelime-i şehadet bunun ana söylemi oluyor. Bütün çalışmalar kendi içerisinde özet cümleler belirliyor. Yani ilkeyi başında koyup süreç içerisinde ona ulaşmaya çalışılıyor. İmana baktığımızda imanla hayat arasındaki süreç, o ilk baştaki kelime-i şehadet doğrultusunda devam etmekte… Temel belirleyici prensipler de öyle. İlk başta bu prensipleri belirleyip ondan sonraki süreçte faaliyetleri, hareketin seyir sürecini, süreç içerisindeki sapmaları sürekli ıslah etmek için çabalamak gerekiyor.
Vakfın kuruluşunda ve bu zamana gelmesinde emeği geçenlerden kısaca bahseder misiniz?
HH: Mustafa İslamoğlu hocamız başta olmak üzere çok değerli insanların katkıları oldu. Vakfın kuruluşunu Fethi Güngör, Osman Çakır ve İsmail Hakkı Aksöz gibi ağabeylerimiz gerçekleştirdiler. Vakfa her zaman gerek emekleriyle, gerek gönülleriyle, verdikleri bağışlarla, maddi desteklerle, insan gücüyle destek olan sayamayacağımız kadar çok kardeşlerimiz var. Aramızdan ayrılıp ahirete irtihal eden edebiyatçı Hasan Ali Kasır hocamız, Develi’den Üzeyir ağabeyimiz var. Onları rahmetle yâd ediyoruz. Daha çok isimler sayılabilir elbette. Çoğu yaşıyor ve hâlâ katkıları sürmekte. Yeni gönüllülerimiz, yeni destekçilerimiz her geçen gün artmakta. Şu an vakıfta tam mesai hizmet veren kardeşlerimiz var. Bu bir ekip çalışmasıdır. Her zaman ve her aşamada ekip çalışması olmadan bu işleri yapmamız mümkün değil. Mutlaka her aşamada gönüllü ve hizmetli olan bir ekibimiz olmuştur. Bütün başarılarımızı bütün gelişmelerimizi bu kardeşlerimizin emeklerine ve Cenab-ı Allah’ın da yardımlarına borçluyuz.
Vakıf bünyesinde yapılan çalışmaların en istikrarlısı, ilmin infakı kapsamında değerlendirebileceğimiz tefsir sohbetleri oldu şüphesiz. Sonuncusu tam bir yıl önce yoğun bir katılımla yapılan tefsir sohbetlerini kısaca anlatır mısınız?
HH: Akabe Vakfı deyince akla ilk önce tefsir sohbetleri gelir. Bu sohbetler 1992 yılında Fatih’teki yerimizde başladı. Zorunlu aralıklar haricinde her pazar devam etti. Katılım toplumdan her kesime açıktı. Hem üniversite öğrencisi, hem öğretim görevlisi, hem esnaf, hem aileler, hem çocuklar toplumun her kesiminden insan bu sohbetlere katılabiliyordu. Bu anlamda belki de Türkiye’de bir ilkti bu çalışma. Gerek katılımın yoğunluğu açısından, gerek istikrar açısından, gerekse seviye açısından… Adeta Kur’an üniversitesi hükmündeydi bu sohbetler. Tam 16 yıl devam etti. 525 sohbet yapıldı. Ve en sonuncusunu da bahsettiğiniz gibi geçen yıl 10 bini aşkın insanın katılımıyla Hitâmuhu Misk programıyla icra ettik. Bu sohbetleri sadece salonlarda vermedik. İlk zamanlar kasetlerle, video-kasetlerle çoğaltarak dağıttık. Daha sonra teknolojinin tüm imkânlarından faydalanarak altı yıl önce internet ortamında dünyanın her yerinden izlenebilecek şekilde canlı yayına geçtik. Ve bu sohbetleri tesfirdersi.com internet sitesinde arşivledik. Şu an günlük ortalama 500-600 kişi bu sohbetleri indirip dinliyor. En son Adım Prodüksiyon firması yapılan tüm bu tefsir sohbetlerini her yerde dinlenebilecek şekilde mp4 ses formatında hazırlayıp istifadeye sundu. Bu tefsir sohbetleri Hilal Tv vasıtasıyla da çok geniş bir kitleye ulaşmış oluyor.
Akabe Vakfı’nın diğer çalışmalarından da kısa kısa bahsederseniz okuyucularımız sizi daha yakından tanımış olur.
HH: Tefsir sohbetleri yaygın eğitim sisteminin en güzel örneklerinden biriydi. Diğer faaliyetler de bunu takip etti. Hemen aklımıza gelen komisyon faaliyetlerimiz var. Hanımlar komisyonumuzun yaptığı Cıvıltı Çocuk Kulübü çalışması bunlardan biri. Gerçek bir yaygın eğitim çalışması. Hafta sonu çocuklar vakfımıza geliyorlar. Burada terbiyevi anlamda, dini değerlerimizin eğitimi anlamında, sosyal eğitim anlamında, arkadaşlık boyutuyla vs. her yönüyle güzel bir eğitim alıyor yavrularımız. Bu sadece vakıf merkeziyle sınırlı değil. İstanbul’un birçok yerinde, Anadolu’nun birçok ilinde bunu gerçekleştirdik. Zaman zaman şehir dışında kamp programlarında, sene sonu programlarında, pikniklerde, gezilerde bu eğitimi pekiştirdik. Çocuk eğitimi yanında Umut Gençliği adıyla özellikle lise çağındaki gençlerimize yönelik uzun zamandır devam eden eğitim çalışmalarımız var. Sosyal ilişkiler, hafta sonu seminerleri, okullarına destek olacak ek kurslar, bazılarına ev ihtiyaçlarını sağlama çabalarımız bu kapsamda sayılabilir. Ayrıca üniversite gençliğine yönelik eğitimlerine katkı sağlayacak burs çalışmaları başta olmak üzere özel eğitim ve öğretim seminerleri yapıyoruz. Onların bir araya gelmelerine, tanışmalarına, sosyal ve kültürel etkinliklerle gerekli donanıma sahip olmalarına yardımcı oluyoruz. Tabii sadece gençlik ve çocuk vakfı değiliz. Yetişkinlere, özellikle ailelere yönelik de programlarımız oldu. Bunu aile eğitim programları şeklinde icra ediyoruz. Paneller, seminerler, konferanslar, geziler, piknikler ve kermesler bu birlikteliği geliştirmede birer unsur oldu.
Bunun yanında her zaman gündemimizde olan akademik çalışmalarımız var. Vakfımızın bünyesinde daha önce AKSAM olan adı AKİLAM (Akabe Vakfı İlmi Araştırmalar Merkezi) diye değişen bir kuruluşumuz var. Akilam ile geleceğin ilim ve fikir insanlarını yetiştirmeye çalışıyoruz. Bu çalışma yakın zamana kadar akademik müzakereler şeklinde yürüdü. Fakat şimdi kurumsallaşmaya başladı. Önceki yıllara nazaran eğitim daha çok gündemimizde. Eğitim çalışmalarında hakikaten atak yapmak, faaliyetlerimizi yeniden gözden geçirmek, daha geniş tabanlı eğitim çalışmaları yapmak istiyoruz.
BB: Yaşadığımız atmosferde bir vakıa var ki, o da şudur: Özellikle gelecek zamanı inşa etmek için herkes şimdiki nesli kendisine hedef seçiyor. Bu anlamda lise çağındaki gençlerimiz genelde üniversiteye endeksli bir hayat yaşıyorlar. Temel insani değerlerle ilgili ya aile bağları, ya sosyal bağlarla ilgili kopukluklar yaşıyorlar. Ya da popüler kültürün etkisinde kalıyorlar. Bu şekilde yetişerek üniversiteyi kazananlara baktığımızda genelde insani değerlerden, İslami değerlerden uzak yetişiyorlar. Derdi olmayan, gelecekle ilgili sadece parayı ve geliri düşünen, tamamen materyalist bir zihniyete sahip, sancısı ve gelecek kaygısı olmayan bir gençlik yetişiyor. Vakıflar daha çok bu sorunlara çözüm üretmek için kuruldular. İlkesi, değeri, sancısı olan, doktorluk yapan ama ahireti de düşünebilen, öyle bir derdi de olan, Allah’ın değerleriyle ilgili derdi olan bir nesil oluşursa ülkemizin ilerleyeceğini düşünüyoruz. İlköğretim çağında Cıvıltı, lise çağında Umut Gençliği, üniversite çağında da Üniversite Gençliği çalışmaları yapıyoruz. Ayrıca çalışma hayatına başlayan gençlerimize yönelik Çalışan Gençlik faaliyetimiz de var. Vakıflarımız veya derneklerimiz ağırlıklı olarak okuyan gençlere yönelik çalışmalar yapıyor. Hayata atıldığı andan itibaren insanlar biraz daha unutuluyor ve boşta bırakılabiliyor. Özellikle onları da önemseyerek çalışan gençliğe yönelik bir organizasyon düşündük… Üniversite öğrencilerine yönelik barınma ve burs desteğinin yanında onların İslami konulardaki, eskimez tabiriyle “zarûrât-ı diniye”deki eksikliklerini telafi etmek için bu sene ikincisini yaptığımız ve 4 yıl sürecek bir eğitim programımız “üniversite yüksek öğrenim seminerleri” başlığı altında devam ediyor. Bu eğitimi kademelendirdik. İlk kademeden başlamayan doğrudan üçüncü kademeye geçemiyor. Niye derseniz, temel bilgilerin, altyapının sağlam olması gerektiğini düşünüyoruz. Diğer bilgilerin bunun üzerine inşa edilmesinin daha doğru olduğunu kabul ediyoruz.
Bugüne kadar gerçekleşmeyen ama yapmayı istediğiniz projelerinizden bahseder misiniz?
HH: İlmi Araştırmalar Merkezi’ni gerçek anlamda tamamladık diyemeyiz. Ayrıca Kur’an Kütüphanesi kurma gibi bir hedefimiz var. Bunun dünya çapında bir Kur’an Kütüphanesi olmasını arzu ediyoruz. Bunun için de Akabe Vakfı’nın geniş bir yere ihtiyacı var. Bunlar gerçekleşmeyen projelerimizden. Akabe Kültür ve Eğitim Vakfı Kültür Merkezi dediğimiz projeyi gerçekleştiremedik. Her ne kadar yerimiz büyük gibi görünse de yaptığımız faaliyetlere göre çok dar. Bunları gerçekleştiremediklerimiz arasında sayabiliriz. Mutlaka her projeyi gerçekleştirmemiz mümkün değil elbet. Birçok proje koyarsınız ortaya, bunların bir kısmı gerçekleşir, bir kısmı da zamanı gelinceye kadar rafta bekler, olgunlaşır ve bir imkân, kaynak bulunduğunda icra edilir. İnsani ve maddi kaynak olsun yeter ki… Elhamdülillah zaman içinde yeni projeler ortaya çıkıyor, yeni birimler, yeni faaliyet alanları açılıyor. Sürekli gelişen bir vakıf çalışması içerisindeyiz.
Hilal Televizyonu’nun yayın hayatına başlamasıyla vakıf hizmetlerinin daha geniş bir kesime ulaştığını görmekteyiz. Bu teveccühü neye bağlıyorsunuz? Bu ilgi ve teveccüh sonrasında vakfın yapılanmasında değişiklik oldu mu?
HH: Vakfımızda yapılan tefsir sohbetleri Hilal Tv ekranından yayınlanıyor. Yetkili arkadaşlara buradan minnettarlığımızı arz ediyorum. Televizyon yayınları vesilesiyle vakfımızı tanıyan, hizmetlere teveccüh gösteren birçok insan var. Bu teveccühün altından kalkmak tabii ki kolay değil. Bunun için ciddi hazırlıklar gerekiyor. Vakfı bundan dolayı tanıyıp da “Bize de rehberlik eder misiniz? Biz de bölgemizde, ilimizde, ilçemizde böyle çalışmalar yapmak istiyoruz; yardımcı olur musunuz, fikir verir misiniz?” diyenler çok. Farklı konularda sorular soranlar ve cevap arayanlar oluyor. Elbette biz de bu ihtiyacın ve talebin altından kalkmak için gerek eleman, gerek gönüllü, gerekse proje anlamında daha kapsayıcı ne gibi faaliyetler yapabileceğimizi düşünüyoruz. Onlardan bize yönelen ihtiyacı mümkün mertebe sınıflandırıp kendilerine geri dönmeye çalışıyoruz. Yerel sivil toplum kuruluşları kurmalarını tavsiye ediyoruz.
Bu teveccühü istikrara bağlıyoruz. Bir ilim yuvası olmamıza bağlıyoruz. Mustafa İslamoğlu hocamızın insanların ve çağın sorunlarına çözüm üretebilen yeni bir din dilini kullanmasına bağlıyoruz. Her insanın anlayabileceği ve ihtiyaçlarını giderebileceği bir sunum yapabilmemize bağlıyoruz. Tabii ki bir de dik duruşumuza bağlıyoruz. Türkiye zaman zaman zorlu, fırtınalı dönemlerden geçti. Hiçbir zaman ilkelerimizden taviz vermedik. Doğru bildiğimiz yolda çekinmeden, hiçbir dönemde faaliyetlerimize ara vermeden, olması gereken şekilde çalışmamıza devam ettik. Allah da bereketini verdi. Teveccühü tüm bunlara bağlıyoruz.
BB: İstikrarla beraber ilkelere bağlıyoruz bu teveccühü. Kuruluş yılımız olan 1990’da belirlediğimiz “eksende insan, tavırda denge, tasarrufta ihtiyaç” prensiplerimizde şu ana kadar hiçbir değişiklik olmadı. Yaşadığımız süreçlerde nelerin tepe taklak olduğuna toplum olarak şahit olduk. Zor şartlar altında faaliyetleri sürdürmek teveccüh ve ilgiyi beraberinde getiriyor.
Geriye dönüp baktığınızda ‘şunları şöyle yapsaydık’ dediğiniz, noksan bıraktığınızı düşündüğünüz hususlar var mı? Bir özeleştiri yapmak gerekirse bunlar neler olabilir?
HH: Elbette ki var. Biz de nihayetinde aciz insanlarız. Eksik bıraktığımız yönler var. İhtiyaç gerçekten çok büyük ve toplumun hangi kesimine el atsak ciddi aksaklıklarla karşılaşıyoruz. Hangi coğrafyaya gitsek bu böyle… Keşmir’e gittim. Öncelikli olarak hem maddi hem manevi yardım yapılacak yer burasıdır, dedim. Sonra Hakkâri ve Şırnak’a gittim. Yok dedim, burası oradan daha önemli. Arkadaşlarımız Habeşistan’a gittiler. Filistin’e, Gazze’ye gittiler. En öncelikle yer burasıdır, dediler. İhtiyaç her yerde kendini gösteriyor. Keşke eğitime daha çok önem verseydik. Kaliteli, şahsiyetli insan yetiştirmeye, ilim adamı yetiştirmeye daha çok dikkat etseydik. Eğitim alanında çok eksiğimiz var. Bu yapılanların yeterli olmadığını görüyoruz. Daha çok insana, ilme yatırım yapmalıydık… Nihayetinde bu toplumun en büyük sorunları; cehalet, tembellik ve taassup. Bunu kırmaya yönelik projelerimizin olması gerekiyor. Bu projeleri yürütecek, uygulayacak yetişmiş insanlarımızın olması için bu alana yatırım yapmamız gerekiyor.
Bu noksan ya da hataları düzeltmek için ne gibi gayretleriniz var?
HH: Mevcut hizmetleri yüzyıllar sonrasına nasıl taşıyabiliriz, bu hizmet kervanını geliştirerek ve üreterek insanların ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir perspektif ve altyapıyı nasıl hazırlayabiliriz, daha güzel nasıl sağlamlaştırabiliriz sorusuna cevap verebilme gayretindeyiz. Hem kadro yönünden, hem organizasyon ve proje yönünden, hem usûl ve hedeflerimiz yönünden, hem de elimizdeki kaynaklar yönünden kendimizi gözden geçiriyoruz. Yani kendimizi otokritiğe, özeleştiriye tabi tutuyoruz. İnşallah bundan çok güzel sonuçlar çıkacağına inanıyorum.
Yine yetkin insanlardan oluşan eğitim üst kurulumuz ve buna bağlı alt kurullarımız var. Teoriden pratiğe doğru şahsiyet eğitim modelleri ve programları üzerine çalışmalar yapılıyor. Periyodik istişarelerde bulunuluyor. Eğitim alanında bir yenilenme, yeniden yapılanma söz konusu. Eğitim üst kurulumuz, 4 alt kurulla çalışıyor. Buradan da çok pratik öneriler çıkacağını umuyorum. Mevcut eğitim çalışmalarımızı hem geliştireceğiz, hem de yenileyeceğiz. Bu eğitim kurulundan çıkacak programlar sadece Akabe Vakfı’nın ihtiyaçları için değil, eğitim faaliyeti gösteren bütün müesseselerin istifade edebilecekleri bir kıvamda hazırlanacak inşallah. Tüm bunlara yenilerini ekleyeceğiz. Teoriden pratiğe doğru bir yapılanma içerisinde olacağız.
Vakıf tüm bu yoğun çaba ve gayretlerin altından nasıl kalkıyor?
BB: Faaliyetlerimizde üç ayak var. Bunlardan birincisi teorik çerçeve… Maksadın ne olduğunun belli olması lâzım -ki bu belli- hem Rabb’imizin kitabı, hem Allah Rasulü’nün hayatı ortada. Bunlardan nasıl istifade edeceğimizi, bu değerleri içinde yaşadığımız çağa nasıl taşıyabileceğimizi, kaynaklarımızdan, öncü ve önderlerimizden nasıl istifade edebileceğimizi de bu vakfın çatısı altında öğreniyoruz. Tabii bunun için ikinci aşamada kadro ihtiyacı ortaya çıkıyor. Hem vakıfta tam mesaiyle çalışan, hem de birçok organizasyonumuzda gönüllü olarak çalışan bir kadromuz var. Üçüncüsü ekonomik ayak. Ben bu üçlüyü ruh, beden ve atmosfer olarak tanımlıyorum. Dünya var, ruh da var, fakat maddi imkân olmadığında hizmet ortaya çıkmıyor. Ama en önemlisi, hizmetin ruhudur. Ruh olmadan olmaz. Ruhsuz cesedi en sevdikleri bile bir an önce defnetmeye çalışıyorlar. Bu anlamda üçünün bir arada olması gerekiyor. Biz sermaye vakfı değiliz. Bu tanımın ayrıca kendi içinde bir zorluğu da var. Tamamen gönüllü insanların ciddi anlamda katkıları, aylık düzenli bağışları var. Ayrıca zekât ve infakları var. Bunlarla faaliyetleri yürütme azmindeyiz. Bazen yarına dair imkânımız hiç olmuyor. Para biriktirmiyoruz. Ne kadar paramız varsa o kadar hizmet üretiyoruz. Ne kadar hizmet üretebiliyorsak o kadar para buluyoruz. Bu anlamda ihtiyacın sınırı yok. Şu kadar paramız olsa, diyebileceğimiz bir sınırımız yok. Bu anlamda vakfımızın ufku çok geniş… Tasarrufta ihtiyaç prensibimiz doğrultusunda ve dostlarımızın yapmış olduğu ekonomik katkılarla tüm bu hizmetlerin üstesinden geleceğiz Allah’ın izniyle.
Son olarak vakfın kısa ve uzun vadede gerçekleştirmeyi düşündüğü hedeflerden bahsedebilir misiniz? Bu hedeflerin gerçekleştirilmesinde vakıf müdavimlerinin, uzaktan tv ya da internet üzerinden takip edenlerin ya da Kur’ani Hayat Dergisi okurlarının ne gibi katkıları olabilir?
HH: Yukarıda birçok hedef ve gayretlerimizden bahsettik. Öncelikle mevcudu artırmak ve geliştirmek istiyoruz. Bizi takip edenlerden vakfımızın gönüllüsü olmalarını arzu ederiz. Dua etmelerini isteriz. Ancak bu duanın sadece kavli değil, aynı zamanda kalbi ve fiili olmasını arzu ederiz. Mutlaka vakfımızın hizmetlerinin bir yerinde bulunsunlar. Madem dergimizin bu sayısının konusu infak… Bol bol infak etsinler. Fikirleriyle, ilimleriyle, maddi katkılarıyla infakta bulunsunlar. Herkes sahip olduğu şeylerden vakfımıza infakta bulunabilir. Vakfımız bir infak vakfıdır. İnfak kabul eden ve onu bir emanet bilip en güzel şekilde değerlendirip yerlerine ulaştırmayı kendisine Allah için hizmet ittihaz etmiştir. Bu vesileyle Kur’ani Hayat Dergisi okurlarından ve faaliyetlerimizi takip eden tüm dostlarımızdan bu çağrımıza kulak vermelerini arzu ediyoruz. El ele gönül gönüle olursak çok daha güzel faaliyetler yapacağımıza hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Vakfımız kuruluş aşamasında üç tane Kur’ani düstur belirlemişti: Ya adayan ol Hanne gibi… Âl-i İmran Sûresi’nde; İmran’ın karısı Hanne, ’şu karnımdaki doğmamış bebeğimi her şeyden bağımsız olarak, hiçbir tesir altında kalmadan sana adıyorum’ demişti. Ya da adanan ol, Meryem gibi -ki Meryem adaktı. Ya da adananlara bahçıvan ol, Hz. Zekeriya gibi… Bu çağrıyı burada yinelemek isteriz. Yani, ya vakfeden ol, ya vakfedilen ol ya da vakfedilene destek ol…
Manevi atmosferine girdiğimiz üçayların hayırlı hizmetlere vesile olması ve infakın farklı boyutlarına hep birlikte şahit olmamız niyazıyla zaman ayırdığınız için teşekkürlerimizi sunarız.
BB: Üçaylar ve Ramazan hem ruhen, hem bedenen, hem de madden temizlenme ayı. Bu üç ay boyunca ruhen oruç ve Kur’an’la temizlenme bizler için bir fırsat olmalı. Zekât ve infaklarımızla bedenen ve madden de temizlenme gayreti içerisinde oluruz inşallah.
HH: Kur’ani Hayat Dergisi sayfalarında vakfımıza yer ayırdığınız için biz de size çok teşekkür ederiz.
Akabe Vakfı’nın Tarihçesi
1983’te Anadolu’nun mütevazı bir şehrinde, başında öğretmenlerin olduğu küçük bir öğrenci çalışmasının, doğal gelişim süreci içerisinde, öğrencilerin büyük şehirlerde üniversiteleri kazanmalarının da etkisiyle ortaya çıkan kurumsallaşma ihtiyacı, 1990’da İstanbul’da Akabe Kültür ve Eğitim Vakfı’nın kurulmasına vesile oldu. Önce Fatih-Malta’da iki daireden ibaret kiralık mekânda başlayan faaliyetler, ihtiyacın büyümesine paralel olarak 1993’te temeli atılan yine Suriçi’ndeki yeni yerine taşındı.
28 Şubat’tan önce Edirne’den Hakkâri’ye Samsun’dan Hatay’a şubeleriyle hizmet halkasını genişleten Akabe Vakfı’nın birçok şubesi bu zorlu süreçte faaliyet yapamaz hale gelerek kapandı. B.Bulut’un ifadesiyle “O günkü ortamda vakıf şubeleri hemen bir teftişle kapatılabiliyordu. Bu teftişlerle diğer şubeler de kapatıldı.” Akabe Vakfı’na yönelik açılan kapatma davası 2004 yılında vakfın lehine sonuçlandı.