Hakikate Dönüş Mektupları

Omar ZIGLER

Amerikalı Kur'an talebesi bir mahkûmdan mektup var![1]

Kur’ani Hayat Dergisi okuyucularına selamlarımla,

Kıymetli dostlarım, ben sizin uzaklardaki bir kardeşinizim. İsmim Ömer Zigler ve 37 senendir Amerika hapishanelerinde mahkûm olarak bulunmaktayım. İslam ile hapishanede tanıştım ve bir Müslüman arkadaşımın namaz sırasında secdesinden etkilenerek 1981'de şehadet aldım. Şehadet almam elbette beni mutlu etti. İçimdeki boşluk tamamlanmıştı. İlk yıllar ne kadar huzurlu ve mutluydum anlatamam.

Ancak zaman geçtikçe etrafımdaki insanların sorularıma tatmin edici cevap verememeleri beni içten içe rahatsız etti. Öyleyse ben kendim araştırmalıyım dedim ve okumaya başladım. Hapishane ortamında özellikle belli saatlerden sonra yalnız olduğumdan hücremde çokça okuma ve düşünme imkânı buldum. Evet Müslüman olmuştum ama aklıma okumaya Kur’an’dan başlamak hiç gelmedi. Kur’an’ı önceleri sadece sevap kazanmak için Latince fonetiğinden okuyordum. Daha sonraları Arapça harfleriyle anlamadan okuyor ve yine yüzeysel olarak meal okuyordum.

 

Madem Müslüman oldum kendimi iyi yetiştirmeliyim diye karar verdim. Bir gün Kur’an okurken Nisa Suresi’nin 34. ayetinde kadınları darp etme ile ilgili kısım beni ziyadesiyle rahatsız etti. Zira aile hayatımda geçmişte bu konuda hoş olmayan hatıralarım vardı. Lakin bir şey de diyemedim. Sadece içimde rahatsız edici kocaman bir istifham olarak kaldı.

 

Hapishanede Kur’an’dan çok rivayet kitapları okunur. Dolayısıyla hadis külliyatını tam bir şevkle okumaya koyuldum. Okurken bunların Allah Resulünün sözleri olduğunu ve bunlara tıpkı Kur’an gibi iman etmemiz gerektiğini düşünerek okuyordum. Bu bakış açısının etkisiyle uzun müddet zevkle okudum lakin bazı yerleri tıpkı yemeğin içine karışmış sinek gibi beni ziyadesiyle rahatsız etti. Ancak içimdeki güçlü iman ve dindarlık bunları görmezden gelmeme sebep oluyordu. Ancak bu görmezden gelişler gittikçe rahatsız edici bir hal aldı. İmanımın azaldığını hissettim ve içten içe sorgulamaya başladım. Bir taraftan sorgularken diğer yandan bu içimdeki ses ve soruların şeytani birer ses olup olmadıklarını düşündüm.

 

1990’lu yıllarda Amerika’da selefi akımı güçlenmeye başlayınca bendeki dini sorgulama daha da arttı. Zira onların söylemlerindeki sorgulamaksızın rivayetperestlik, benim iman ettiğim din bunların inandığı din gibi değil noktasına getirdi. Bir müddet kendilerini Sünni olarak tanıtan Selefilere karşı olan grupların içinde buldum. Ancak Selefilere karşı olmak dışında onlarında pek farkı olmadığını gözlemledim. Çünkü onlar da rivayetlere vahiy muamelesi yapıyor üstelik tıpkı Katolikler gibi icma kavramıyla mezhep imamlarına kayıtsız şartsız iman edilmesi gerektiğini söylüyorlardı.

 

İç dünyamda büyük bir arayış içindeydim. Önceki bulunduğum hapishaneden Selefiler tarafından tehdit edilmemden dolayı şimdi bulunduğum kuruma transfer edildim. Geldiğimde buranın dini rehberi Bilgin Erdoğan ile tanıştım. Türkiyeli olduğu için onun da sûfi veya 1980’lerde okuduğum Said Nursi takipçilerinden olduğunu düşünüyordum. Ancak konuştukça onun bana çok orijinal gelen bir çizgide olduğunu anladım. Kur’an’a çok atıf yapması acaba Reşad Halife’nin grubundan mı diye düşünmeye sevketti. Ancak onun gibi hadisleri de yok saymıyor onların Kur’an’a arzedilmesi gerektiğini, vahyin onay verdiğini alıp onay vermediğine dikkatli yaklaşmamız gerektiğini söylüyordu. Bir gün kendisiyle açıkça konuşmaya karar verdim. Uzun konuşmalardan sonra benim de çizgimin böyle olması gerektiği kanaatine vardım. Her cumartesi sabah kendisiyle uzun uzun münazara yapıyorduk.

 

Kendisi bana Muhammed Esed’in tercümesini tavsiye etti. Özellikle açıklamaları okumamı telkin etti. Ben Esed’i okudukça diyebilirim ki kafamdaki soru işaretleri azaldı. Yıllardır içimi rahatsız eden Nisa 34. ayetindeki da-ra-be fiiliyle ilgili dipnot içimdeki şüpheye reçete oldu. Bunun dışında kendisinden tavsiye isimler aldım.

 

Mustafa İslamoğlu’nun “İslam Nedir?” kitabını okudum. Yine aynı ismin “Yürek Devleti” ve “Yürek Fethi” isimli kitaplarını okudum. Bu kitaplar da ufkumu açtı ve beni Kur’an eksenli bir Müslüman olmaya teşvik etti. Önceleri Hamza Yusuf’u dinler ondan nispeten feyz alırdım lakin onun da gelenekçi bir çizgide olduğunu fark ettikçe ona karşı eski heyecanım kalmadı. Bilgin Erdoğan bana Numan Ali Han, Reza Aslan gibi isimler verdi. Reza Aslan’ın kitapları elime ulaştı. Onları okudukça imanım güçlendi ve kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Bununla beraber Halid Ebu el Fadl isimli İslam hukuku profesörü benim iyice ufkumu açtı. Onun “Tanrı adına konuşmak” diye eseri kafamdaki tüm tabuların yıkılmasına vesile oldu.

 

Erdoğan bana bu konuda rehberlik yaptı ve kaybolmaya doğru giden imanımın yeniden inşa olmasına vesile oldu. Beni bizim gibi düşünenlerin hapishane içinde mümessili olmaya teşvik etti lakin bu konuda henüz başarılı olmuş değilim. Bana yalnız olmadığımı bizim gibi düşünen yani aklın ve vahyin bütünlüğü içinde dini anlamaya ve çalışmaya çalışanların varlığından bahsetti. Bu sebeple Kur’ani Hayat dergisine mektup yazar mısın teklifine hayır demedim.

 

Hayatımda Nisa 136’daki " Ey iman edenler iman ediniz!" ayetini yaşar gibi oldum. Önce Hristiyanlıktan geleneksel İslam’ı sonra vahiy merkezli gerçek İslam’ı bana bulduran Rabbime hamdolsun.

Sevgili kardeşlerim, tuttuğunuz yolu takip edin ve asla yolunuzdan ayrılmayın. Ben dünyanın öbür ucundan sizlere duacıyım ve sizler de bana dua edin. Bu dünyada görüşmek mümkün olmasa dahi ahirette hep birlikte olabilmemiz duasıyla. Hepinize hürmet eder saygılarımı sunarım.

 

 

Kardeşiniz

Omar Zigler

 

[1] Mektubu İngilizce’den çeviren: Bilgin Erdoğan

 

60. Sayı (2018)

Follow