Alim KINIK
Giriş
Her öğretinin bir umut iklimi var; dinler ve ideolojiler, insanın umutlarını bağladığı çıkış yollarıdır. Umut bazı dinlerde erdem, bazılarında isyandır. Mitlerde çoğu zaman alegorik tanrıdır, ütopyalarda ise hep politiktir. Pandora’nın kutusunda kalan ve korunması gereken son ilkedir. Felsefede insan zihninin pozitif bir erdemidir, hayat olduğu sürece (olumlu veya olumsuz olarak) umut var demektir.
***
Umudun Meseli
Müslüman söyleminde umut bir Taif’tir; çabalamak ama “taşlanmayı göze almak”tır. Dua etmek, umut etmek, korku ve ümit arası titremek, rahmetten ümit kesmemek, insan olarak Allah’ın umudu olmak hep bu kabildendir.
Kur’an’da umut psikolojisi birbirini dengeleyen kavramlarla inşa edilir; ümit ve yeis, beşir ve nezir, havf ve reca, endişe ve hüzün, yakîn ve şüphe, haşyet ve havf…
Kur’an hep ümitvar bir atmosfer çizer, olması mümkün olmayanı reddeder. İman, “korku ve ümit arası bir sevgi” olarak tanımlanır. İnsanı âna ve çoğunluğa mahkum olmaktan meneder. “İnşallah”ı hareket zemini yapar, maruf ve münker ile motive eder. Müjde ve uyarı ile telkinde bulunur. Bu düzlemde umut içsel, tevekkül dışsal bir telkin, rıza olarak görülebilir.
Kur’an’ın örnekleri hep umut vericidir; Adem’in kelimeleri, Nuh’un gemisi, İbrahim’in çağrısı, Yusuf’un gömleği, Musa’nın asası, Yunus’un tevbesi, Eyyub’un sabrı, İsa’nın müjdesi, Zulkarneyn’in seferleri, Ashab-ı Kehf’in inzivası, Muhammed’in hicreti (Hepsine selam olsun)…
Umut ırmağı, tarihe eşdeğer bir rahmet denizine doğru akar. İnsanı nefret söyleminden alıkoyar, suizannı değil hüsnüzannı salık verir, hayatı kendine ve başkasına “zehretme” der. Umut (iman) anlam, umutsuzluk (inkâr) anlamsızlık olarak resmedilir. Her şeye rağmen umut bir çabaya (sa’y) bağlanır; bu çabadaki salih amel, hayatı ve insanı çoğaltan eylemlere göndermedir. Bu ilke bir “kurtarıcı” beklentisini, bir iltiması da öteler. Kurtarıcı bekleyenler ancak “tembellik imparatorluğu”nun kullarıdır, nesneleşenlerdir. Dolayısıyla ruhbanlık bir sendrom olarak görülmeli çünkü bu hegemonik yapı hep bir korkutma, bir daraltma üzerine kuruludur ki din, bir sorumluluk bilinci hâlidir; mutluluk yolu, iyimserlik iklimi, beled özverisidir.
Umutsuzluk; hakikate sırt dönmek, doğru yoldan sapmak, inkâra yöneliş, kendine yazık etmek, gevşeklik göstermek, aldanmak ve nankörlüktür.
Zamanla rivayet külliyatında umudu tüketen, boş ümitler vaadeden örnekler çoğalmıştır. Umut yerine umutpatlık (ümitsizlik) pompalanmış, çaba indirgenmiş, yakîn bertaraf edilmiş, sabit fikirlilik dayatılmış. Düşünce üretimi durdurulmuş, mümeyyiz akıl devre dışı bırakılmış. Toplum ahbarî bir gözetleme zeminine, hayat bir açık hapishaneye (panoptikon) çevrilmiş, dindarlık bir gösteriye evrilmiştir. Oluşan açığı kapatmak için de eskatolojik kurtarıcılar (mehdi, mesih, gavs, hızır…) dayatılmış. Bu zihniyetle (katledilen) umut insanın lanetine dönüşmüş; insanın kuvveleri köreltilmiş, emek denizi kurutulmuş, İslam coğrafyası çöle dönmüştür.
Umut, Doğu’da daha çok bir mesel gibidir, bir ibretler zinciridir; karakteri melaike veya bir iblistir.
***
Umudun Romanı
Aristo, “Umut, uyanık insanın rüyasıdır,” der. Umudun arzudan kaynaklandığını kaydeden Descartes onu ruhun tutkusu olarak ele alırken Kant, insan doğasında var olan bir duygu olarak betimler. Buna rağmen Nietzsche, “İnsana eziyet veren, kötülüklerin en kötüsü” olarak niteler umudu.
İnsanın Anlam Arayışı kitabında, insanın iç dünyası güçlenince dış dünyadaki çaresizlikten bir kaçış araladığını belirten Frankl, bu kaçışta oluşan içsel özgürlüğün bir anlam yaratabileceğine inanır ve bu anlamda umudu bulur. Freire, Umudun Pedagojisi eserinde, umudu ontolojik bir ihtiyaç olarak konumlandırır.
Marcel’a göre umut insanda varoluş duygusunu oluşturur, kişinin yabancılaşmasını engeller ve kendini gerçekleştirme yönündeki kararlılığına yol açar. Malraux, umudu insanı sefaletin öfkesinden devrime sürükleyen motivasyon olarak görür; Borgna ise sağaltıcı umudu ve huzursuz bekleyişi karşılaştırır.
Hâliyle psikologlar umut hasleti üzerine daha çok yoğunlaşmış. Erikson’a göre umut, kişinin isteklerini elde edebileceğine ilişkin kalıcı bir inançtır; Staats’a göre ise istekler ve beklentiler arasındaki etkileşimdir. Umudu gökkuşağına benzeten Snyder, oluşturduğu umut teorisini üç temel bileşen üzerine oturtur: “hedefler, yol haritası ve eylemler.” Fromm ise şu betimlemeyi yapar: Umutları zayıf olanlar ya vurdumduymazdır ya da şiddete eğilim duyarlar; umutları güçlü olanlar ise yeni yaşamın tüm belirtilerini görürler, doğmaya hazır olan şeyin varlık kazanmasına yardımcı olurlar. Umut etmek, henüz doğmamış şey için her an hazır olmak ama doğumun, yaşam sürecimiz içinde gerçekleşmemesi hâlinde umarsızlığa, umutsuzluğa düşmemek demek.
Tanıl Bora, çevirisini yaptığı, Ernst Bloch’un üç ciltlik Umut İlkesi isimli çalışması hakkında şunları kaydeder: “Yazar, fakirin ekmeği olan umuda dikkat kesiliyor; o umut dünyasında boş hayal, yanılsama, avuntu olarak görülen motiflerin kaynaklarına bakmaya bizi çağırıyor.”
Umut teknolojik belirlenimcilik döneminde de tedavüldedir. Ellul’e göre teknik umut, teknoloji umutsuzluk vaadeder. Castells, dijital alanda insanların zihinlerinde anlam yaratma isyanı olarak gösterir umudu. Gerbaudo, umudu, sosyal medyada hiyerarşiden bağımsız gelişen bilinci sokağa taşıran güç olarak görür; internetin dönüştürme potansiyeline dair Shirky gibi tekno-iyimserlerin de Morozov gibi tekno-kötümserlerin de umuda ve umutsuzluğa dair söyledikleri dikkat çekicidir.
Umut çekiciliğini kaybettiğindeyse Seligman’ın ifadesiyle bir “öğrenilmiş çaresizliğe” dönüşür ve o zaman hayat modern insan için bir karabasan olur.
Umut, Batı’da daha çok bir roman gibidir, bir kurgu halkasıdır; yükselişler ve düşüşler üzerinden kendisini gösterir.
***
Umudun Kutupları
Umudun üzerinde derinleştiğimizde, kendi içinde dikotomik olduğu görülür; ne sadece edilgin bekleyiştir ne de sadece etken bir koşullar zinciridir. Bu coğrafyalara da sirayet eder; Doğu’da metafizik ve kitlesel, Batı’da reel-politik ve bireysel bir tasavvurdan beslenir.
Umut dinamiktir, güç kaynağıdır; umutsuzluk pasiftir, özkıyımdır. Umut bir tutarlılıktır, doğuştan insana yüklü bir pozitif yönelimdir, iyimserlik olarak algılanmalıdır. Umutsuzluk ise bir tutarsızlıktır, sonradan oluşan bir negatiflik hâlidir, kötümserlik olarak algılanmalıdır.
Umut imkânı, çareyi, aydınlığa çıkmayı, geleceğe bakmayı; umutsuzluk ise imkânsızlığı, çaresizliği, karanlığa batmayı, anda kalmayı çağrıştırır.
İnsanın davranışı çoğu zaman umudun ilk bileşeni olan amaca yöneliktir, umut amaca ulaşmaya odaklanmayı sağlar. Değişim ise bireyin başarabileceğine yönelik inancından doğar. Umut, yaşama yüklenen anlamla da ilişki hâlindedir.
Kolektif umut çoğu zaman propaganda malzemesi yapılır; umut kamuoyu mitidir, bulaşıcıdır, dalga dalga yayılır. Böyle jakoben bir umut tekil bireyi tembelleştirir, sahte bir iyimserlik zerk eder, insanı pasifize eder.
Umudu sadece bir motivasyon nesnesine indirgememek gerekir. Umut, insanı hakikate bağlayan bir kuvvedir; hayal değildir.
Umut kesinliğin düşmanıdır, müphemliğe açıktır, zıttı “nevmit”tir. Akif, bu iki kutbu şu mısralarında karşılaştırır:
“Zerk etmediler kalbime bir damla ümîd.
Hoca, dünyada yaşanmaz yaşamaktan nevmîd.”
“Umut çağrısı” yapan Ali Şeriati itiraz/protesto ile intizarı/bekleyişi farklı birer yöntem olarak tefrik eder. Aliya ise toplumsal yeisi aşmanın umudu olarak ahlâkı (salih ameli) gösterir.
***
Sonuç
Umut etmek, bir var olma durumudur; öznelliği “yapabilirlik” hasletinin ötelerine taşıyan bir metanettir. Umut bir hayat duruşu, anlam arayışı, bir seçenek, bir bağ, amaçlılıktır. Mutlu olmak umutlu olmaktır. Umut, yaratıcılık ve verimlilik kaynağıdır.
Yine de umut insanı ağrıya, acıya dayanıklı kılar; intiharı önleyici bir mekanizma olur; ön yargıyı aşan bir merdivene dönüşür; anlama yorum katar.
İktidarın olduğu her yerde bir karşı iktidar umudu söz konusu. Dolayısıyla umut sakası olma için direngen olmak gerek, umudunu kaybedenin kaybedecek bir şeyi kalmaz; çünkü en son umut ölür. Umut Kafdağı, bulacağın ise kendi emeğindir.
86. Sayı (2022)
Analiz