Kadir CANATAN
Medine’de indirilen bu sure 73 ayetten oluşmaktadır. Hendek Savaş’ında üç kesim ittifak yaparak Müslümanlara saldırmışlardır. Söz konusu ittifakı anlatmak üzere kullanılan “ahzab” kelimesi, taraftar, yandaş, grup, kendi içinde amaçlı ve kararlı topluluk, parti ve hizip demektir. Ahzab kelimesi, bu surede iki kez geçtiğinden dolayı bu adı almıştır. Sözcüğün doğrudan geçtiği ayetler, şunlardır:
“Düşman birliklerinin (ahzab) gitmediğini sanıyorlar. Eğer o birlikler (bir daha) gelecek olsa, isterler ki, (çölde) bedevilerin arasında bulunsunlar da size dair haberleri (gidip gelenlerden) sorsunlar. İçinizde bulunsalardı da pek az savaşırlardı” (33:20). “Mü’minler, düşman birliklerini (ahzab) görünce, “İşte bu, Allah’ın ve Resûlünün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resûlü doğru söylemişlerdir” dediler. Bu, onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırmıştır.” (33:22).
Bu ayetlerin tam olarak neyi ifade ettiklerini bilmek için, bu ayetlerin toplumsal bağlamına ve ilgili olduğu olaylara kısaca bakmamız gerekir: Hicret sonrası dönemde Mekke müşrikleriyle Müslümanlar arasında tek bir ilişki biçimi vardı, o da, savaştı. Taraflar arasındaki savaşlar dizisinin ilki olan Bedir Savaşı, “daha az bir kuvvetin daha çok bir kuvvet karşısında” kazandığı ilk galibiyettir. Ardından gelen Uhud Harbi, tersi bir sonuç vermiştir. Hendek’te pasif bir direniş söz konusuydu. Aleyhte maddeler içeren Hudeybiye ise, bir barış anlaşmasıdır. Mekke’nin fethi, Müslümanların yükselişi ve kesin zaferi iken, müşriklerin ise toptan ve kesin bir şekilde İslam’a teslimiyetidir.
Müslümanlarla müşriklerin arasında süregelen savaşların bir grafiği çizildiği zaman ortaya çıkan durum oldukça ilginç bir görünüm arz etmektedir. Şöyle ki; İlk ve son savaşta galibiyet var. Ancak ikisi arasında yer alan Uhud, Hendek ve Hudeybiye gerileyişi temsil ediyor. Bunlar, sanki daha uzun atlamak için daha geriye doğru bir çekilmedir. Bu savaşlarda, bir savaşta olması muhtemel sonuçların her birine rastlıyoruz: Galibiyet, mağlubiyet, pasif direniş, sulh ve fetih. Başka bir deyişle, önce bir çıkış, sonra düşüş. Yine hafif bir çıkış ve hafif bir iniş. Nihayetinde ise, son derece kuvvetli bir çıkış; öyle ki, bu ilk çıkıştan daha yükseğe doğru bir sıçramadır.
Hendeklerin gerisinde bir savunma yapıldığı için bu savaşa “Hendek Savaşı” denilmiştir. Hendek Savaşı, farklı kesimlerin de ortaya çıkmasına ve safların şekillenmesine sebep olmuştur. İşte, Ahzab Suresi tam da bu gelişmeyi rapor eden bir mahiyete sahiptir. İlk sekiz ayet doğrudan Hz. Muhammed’e hitap eder ve onun Müslümanlarla ilişkilerine değinir. Dokuzuncu ayetten itibaren muhatap kitlesi değişir. “Ey iman edenler” diye başlayan ayetler yirmi sekizinci ayete kadar Hendek Savaşında tarafların ortaya koydukları tutumların tasvirini yapar. Burada, belki dışardan bakanlara garip gelebilecek ilişkiler örgüsü, tüm açıklığıyla ortaya konur.
İlk önce Allah, Müslümanlara verdiği nimeti hatırlatır: “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani (düşman) ordular üzerinize gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgâr ve göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir. Hani onlar size hem üst tarafınızdan hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Hani gözler kaymış ve yürekler ağızlara gelmişti. Siz de Allah’a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz. İşte orada mü’minler denendiler ve şiddetli bir şekilde sarsıldılar.” (33:9-11).
Akabinde görünürde Müslümanlarla taraf olan ama kalplerinde zaaf bulunan Münafıkların tavırları sergilenir. “Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar, “Allah ve Resûlü bize, ancak aldatmak için vaadde bulunmuşlar” diyorlardı.” (33:12). Onlardan iki grup kendi kalplerindeki eğrilik ve çelişkiyi görmedikleri gibi Medineli Müslümanlara da motivasyon kırıcı çağrılarda bulunuyorlar. “Hani onlardan bir grup, “Ey Yesrib (Medine) halkı! Sizin burada durmak imkânınız yok. Haydi geri dönün” demişti. Onlardan bir başka grup da “Evlerimiz açık (korumasız)” diyerek Peygamberden izin istiyorlardı. Oysa evleri açık (korumasız) değildi. Onlar sadece kaçmak istiyorlardı.” (33:13). Oysa bu adamlar Allah’a söz vermişlerdi. “Andolsun ki, onlar, daha önce geri dönüp kaçmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi. Allah’a verilen söz ise sorumluluğu gerektirir. De ki: “Eğer siz ölümden ya da öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermeyecektir. O takdirde bile (hayatın zevklerinden) pek az yararlandırılırsınız.” De ki: “Eğer Allah size bir kötülük dilese, sizi Allah’tan koruyacak kimdir? Yahut size bir rahmet dilese, buna engel olacak kimdir?” Onlar kendilerine Allah’tan başka hiçbir dost ve hiçbir yardımcı bulamazlar.” (33:15-17).
Münafıklar hiç zora gelmiyor ve halden hale giriyorlardı: “Şüphesiz Allah içinizden, savaştan alıkoyanları ve kardeşlerine, “Bize gelin” diyenleri biliyor. Size katkıda cimri davranarak savaşa pek az gelirler. Korku geldiğinde ise, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş kimse gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince de ganimete karşı aşırı düşkünlük göstererek sizi keskin dillerle incitirler. İşte onlar iman etmediler. Allah da onların amellerini boşa çıkardı. Bu, Allah’a kolaydır.” (33:18-19). Belli ki zor zamanlarda savaştan kaçmak, ganimet söz konusu olduğunda ise hırslı bir şekilde davranmak, onların temel tutumudur.
Münafıkların durumu tamamen pozisyoneldir. “Düşman birliklerinin gitmediğini sanıyorlar. Düşman birlikleri (bir daha) gelecek olsa, isterler ki, (çölde) bedevilerin arasında bulunsunlar da size dair haberleri (gidip gelenlerden) sorsunlar. İçinizde bulunsalardı da pek az savaşırlardı.” (33:20). Düşmanın ittifak yaptığını gördüklerinde araziye uymak ya da savaş sırasında, savaşır gibi görünüyorlardı. Çünkü münafıkların asıl amacı bir dava uğruna savaşmak değil, güç, itibar ve ganimet elde etmektir.
Müslümanlar, Münafıklarla karşılaştırıldığında tam bir karşıt profil ortaya koymaktadırlar. “Mü’minler, düşman birliklerini görünce, “İşte bu, Allah’ın ve Resûlünün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resûlü doğru söylemişlerdir” dediler. Bu, onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırmıştır. Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir. Bunun böyle olması Allah’ın, doğruları, doğrulukları sebebiyle mükâfatlandırması, dilerse münafıklara azap etmesi yahut onların tövbesini kabul etmesi içindir. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Allah, inkâr edenleri, hiçbir hayra ulaşmaksızın kin ve öfkeleriyle geri çevirdi. Allah, savaşta mü’minlere kâfi geldi. Allah, kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (33:22-25). İşte Allah, verdikleri söz sadık kalan Müslümanları karşıtlarının “topraklarına, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız topraklara varis kılmıştır.” (33:27).
Özetlersek, “düşman ittifakı” (ahzab), Medine’de safların netleşmesine ve kimin kalbinin doğru kimin kalbinin eğri olduğunu ortaya çıkarmış bir olgudur. Ahzab, “karşıt ittifakı” simgeleyen bir kavram olsa da Müslüman toplumunun test edilmesine vesile olmuş ve ileride sorun yaratacak hastalıklı bir toplumsal bünyenin oluşmasına engel olmuştur. Bu bakımdan “düşman ittifakı” kimin dost kimin düşman olduğunu, kimin iyi niyetli kimin kötü niyetli olduğunu da ortaya çıkarmış ve Müslüman toplumu saflaştırmıştır. Patolojik bünyeyi, sağlıklı bir bünyeye dönüştürmüştür. Belki de Kur’an’ın şu ayetlerinde dile getirilen gerçek tezahür etmiştir: “Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 2:216).
SUHUF
Sayı 60 (2018)