Üstad Cevdet Said ile “Âlimin Sorumluluğu” Üzerine...
Söyleşen: Fatma İLHAN
Cevdet Said, İkinci Dünya Savaşı sonrası İslam dünyasının genç kuşağından. 1931 yılında Suriye'nin Golan bölgesindeki Bi'r-i Acem köyünde doğdu. Çerkes asıllı mütefekkir, Cezayirli büyük düşünür Malik Binnebi’nin seçkin öğrencisi ve izleyicisi olarak ün salmıştır. Bozulmaların ve kokuşmaların bataklığı kabul ettiği büyük kent hayatından uzakta, beslediği iki ineğiyle Şam yakınlarında Golan Tepesi’nin eteğinde Bi’r-i Acem köyünde yaşamaktadır. Temel görüşü, şiddete ve kaba güce karşı olmak, İslam dünyasının felsefi ve kültürel değerlerini yeniden dirilterek öze dönmektir.
Cevdet Said’in Türkçe’ye çevrilen başlıca eserleri şunlardır:
|
Şam’da bulunduğum süre zarfında arkadaşımın beni Cevdet Said’in dersine götürmek istemesine tabii ki karşı koyamazdım. Şam’ın merkezine 1 saat uzaklıkta, bir binanın alt katında, mütevazı bir odada, katılımcıların birçoğunun öğrencisi ve yakın çevresi olduğunu öğrendiğim bir grup karşıladı bizleri dersten önce. Yaklaşık iki saat boyunca üstad Cevdet Said, İslam âleminin önemli gündem maddelerinden bahsetti. İşin ilginç ve hoş olan yanı, dersinin interaktif olmasıydı. Odada bulunan seçkin kalabalığın birçoğu derse aktif olarak katıldı, kanaatlerini paylaştı. Ders bir nevi açık oturum gibiydi. Sadece üstadın konuştukları önemli değildi. Onun yanı sıra bir numaralı öğrencisi, kendi deyimleriyle ‘üstadın ayırt edici bir parmak izi’ olan Dr. Ömer’in katkıları dersi güzel kılan diğer önemli bir faktördü. Ertesi gün doktorun kızıyla yaptığımız bir görüşme ve üstad Cevdet Said ile görüşmek için gün almamız, dersine katılmakla başlayan serüvenimizin Kur’ani Hayat dergimiz için bir söyleşiye dönüşmesine vesile oldu.
Üstad Cevdet Said İsrail sınırına çok yakın Bir-i Acem köyünde yaşıyor. Aylık haftalık dersleri dışında pek fazla köyünden çıkmıyor. Doktorun kızıyla birlikte Bi’r-i Acem köyüne gittik. Kılınan Cuma namazından sonra üstadın kız kardeşinin evinde söyleşimizi gerçekleştirdik. Derste gördüğümüz yakın çevresinden olan insanların bir kısmı yine oradaydı. Bizim en çok dikkatimizi çeken üstadın ilerleyen yaşına rağmen hâlâ dimdik ayakta duruşu, beden yaşından beklenmeyen bir çevikliğe sahip oluşuydu. Tüm bunlarla beraber bizi etkileyen bir başka husus, üstadın ömrünü verdiği düşüncelerini anlatırken yüzünün aldığı şekiller idi. Kızması, ses tonunun değişmesi… hepsi hâlâ aynı heyecanla savunduğu düşüncelerine ne kadar bağlı ve Kur’an’ın ona her daim verdiği hayat enerjisinin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyordu. Doktor Ömer’in ailesi ve çevresindekiler bizimle çok güzel ilgilendiler.
Üstadın yanından ayrılırken düşündüğümüz bir husus vardı: Bir ömrü Kur’an yoluna adamak işte buydu!
İSLAM ÂLEMİ VE SORUNLARI
Hocam, evvela bu güzel ve hatırı sayılır söyleşi için çok teşekkür ediyoruz. Sorularıma İslam âlemiyle başlamak istiyorum. Sizce İslam âleminin geri kalmışlığının sebebi nedir?
Elhamdülillah... Öncelikle Kur'an’ın bu sorunu anlamamız için bize yardım ettiğini bilmeliyiz. Bunun için de, Kur'an’ı anlamamız kaçınılmaz oluyor. O Kur’an ki, ne sadece Mekke içindi, ne de sadece o asır içindi. İşte bu sebeple Bakara Sûresi’nin 30. âyetini çok iyi anlamamız gerekiyor.
Kur'an evvela insanın mekânından bahsediyor ve şöyle buyuruyor: “Hani Rabb’in meleklere; ‘Ben yeryüzünde bir halife tayin edeceğim’ dediği zaman şöyle sormuşlardı: ‘Yeryüzünde kan dökmekte olan birini mi atayacaksın, üstelik biz seni hamd ile tesbih ve takdis ederken?’" Kur’an bunun olmadığını söylemedi. Doğrusu biz ‘kan dökme’ asrında yaşıyoruz. Ben Allah’ın bu soruya verdiği cevap üzerinde önemle durmak istiyorum. Âyetin devamında Rabb’imiz şöyle buyuruyor: "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim." Bu cümle, bu âyet haddizatında çok ağır… Allah Teâla bir başka âyette şöyle buyurur: "Biz sana ağır bir söz indireceğiz.” Bununla birlikte Allah, "Eğer Biz bu Kur’an’ı dağlara indirseydik, haşmetinden paramparça olduğunu görürdün" şeklinde vasfediyor sözünün ağırlığını. İşte, bizim bu ilahi kelâmdan uzaklaşmanın ne demek olduğunu derinden kavramamız gerekiyor. Bunu anlama imkânına sahibiz. Bizden öncekiler bizim gördüklerimizi tahayyül bile edemediler. Tüm tefsirleri de alsanız, buralarda yazanlar bizi karanlıklardan çıkarmaya yetmiyor. Bunun manası basit: "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim!" Geçmişteki bütün tefsirciler karanlıktaydılar, çünkü muayyen bir asırda yaşadılar. Ve bu gerçeği bilmediler. "Sizin bilmediklerinizi bilirim!" Şu anda bile Müslümanlar bu âyetlerden faydalanmıyorlar. Çünkü manası hâlâ çok kapalı geliyor insanlara. Sorarım size, kim söyleyebilir bundan yüzlerce yıl sonra insanoğlunun nerede nasıl yaşayacağını? Bunu kim bilebilir? "Sizin bilmediklerinizi bilirim." Burada aslolan ‘bilmek’tir. Peki, ne sonuç çıkaracağız bundan, insanın kıymetiyle bilginin bağı nedir? İşte bu ‘bilme’dir insanı hayvandan farklı kılan.
Peki hocam, bu âyet tam olarak neye delalet ediyor olabilir?
Allah insanoğlunun geleceğine güveniyor. Yani, insanoğlu bunu aşacak, bu karanlıktan çıkacak. Yani, insanın bu fesadı aşacağından umutsuz değil. Ben diyorum ki; Avrupa Birliği’ni kuranlar ne sahabe devrini gördüler, ne peygamberi tanıdılar. İlginç bir asra şahit oluyoruz. Bir ülkeyi fethetmek için artık Napolyon ya da Hitler gibi askerle girmiyorlar. "Eşitliğe gelin, hep beraber yaşayalım" diyorlar. Hz.Peygamber’in Kureyş’e çağrısı da tam buydu.
Kur’an Nahl Sûresi’nde şöyle diyor (âyet 8): "O atları, katırları ve merkepleri hem binesiniz, hem de hayata güzellik katmak için yarattı ve daha sizin bilmediklerinizi de yaratacak…" Kadim zamanlarda kim düşünebilirdi bugün kullandığımız ulaşım araçlarını? Kim? Tren 200 senedir var sadece. Peki ya uçaklar? Bir mekândan uzak bir mekâna yolcuları hızla taşır. Bu çok büyük bir olay, farkında mıyız? Bu vasıtalar yaratıldı. O zaman daha iyi anlayabiliriz "Sizin bilmediklerinizi bilirim” âyetini… Nahl Sûresi’ndeki bu âyet niye aklımıza gelmiyor? Allah yarattığını tanıyor. Sonuç olarak Allah insan soyuna güveniyor ve insanın kurtuluşunun onun fiillerinde olduğunu belirtiyor. İslam âleminin kurtuluşu da kendindedir, kendi yaptığı fiillerde. Biz yeni bir dünya kuruyoruz, lakin Müslümanlar hala babalarının yazdıklarında, yaşadıklarında saplanıp duruyor. Bunu anlamamız cevabı anlamamız anlamına geliyor.
İslam âlemi hala atalarının tarzıyla yaşıyor, tıpkı anne karnında yaşayan cenin gibi. Bu ceninin doğması lazım artık. Ve insan iki kere doğuyor; önce annesinden ayrılıyor ki, annesinin karnından doğup nefes alması, yiyip içmemesi, yaşaması lazım. Lakin insan öğreniyor. Avrupa Birliği demokrasinin gelişmesinin bir neticesi. Nasıl doğdu bu birlik? Müslümanlar bunu anlamıyor. Allah’ın bağlanasınız diye belirttiği bağları koparanlar fesadı çıkaranlardır...
KUR’AN’DAN İSTİFADE EDEMEYİŞİMİZİN SEBEPLERİ
Üstad, bu bağlamda Müslümanlar neden Kur’an’ın sorunlardan kurtarma ve hidayete erdirme gücünden istifade edemiyorlar? Hâlbuki onlar Kur’an’ı okuyor, ezberliyor ve kutsuyorlar?
Çünkü onlar Kur’an’ı anlamıyorlar! Eğer anlasalardı durum çok farklı olurdu. Rica ediyorum! İslam âleminin yaşadığı bu harap hali bir düşünün! Allah, Bakara Sûresi’nin 256. âyetinde şöyle buyuruyor: "Dinde zorlama yoktur! Artık doğru ile yanlış birbirinden seçilip ayrılmıştır." Oysa birçok mezhebin fıkıh ve akide kitaplarında dinden çıkanın öldürülmesi gerektiği yazıyor… Bunun delili nedir? Onlar Kur’an’ın bütününden çıkarmamışlar bu hükmü. Bu durum şimdi de geçerli. Çünkü zorlama insanda nefret hissi uyandırır; onu yalancı, gaddar veya münafık yapar. Lâkin ikna ile ruh verilebilir. Peygamberler ikna yöntemini kullanmıştır, kaba kuvveti değil. Mekke’de Bilal ne yapmıştı? Neye karşı geliyordu Bilal? Eğer biri onun parasını ödeyip serbest bıraktırmasaydı… Sadece Allah dedi, Hz.Muhammed’in dediğinden farklı bir şey de söylemedi. "Allah tektir, eğer istiyorsunuz öldürün beni!" dedi. Bu bilinç çağımızda mevcut değil maalesef… Bu gibi pek çok soru var ortada, ama yeni dünya düzenine hitap edecek, onları çağıracağımız kapımız yok! Mesela, ulaşım araçlarının katettiği mucizevi göstergeleri kavramada, insan aklının katletme dışında ürettiği meziyetleri idrak etmede yetersiz kalıyor İslam âlemi.
Üstadım, nasıl ve ne zaman başladı bu idrak sorunu?
En başından beri aslında ben bu soruyu cevaplamaya çalışıyorum. Mesela, ben İslam’ı savunma görevini ifa etmeye çalışıyorum. Ama bazı Müslümanlar eşitlik kelimesine çağıramıyorlar. Onlar Allah’ı hakkıyla bilemiyorlar. Kur’an’ı anlamıyorlar! Kelimetün sevâ’ son derece önemlidir. Sen ve ben eşitiz, demektir. Eğer sen insanları ikna edebiliyorsan, buyur ve değerlerini anlat. Bunu anlayamazsak Kur’an’ı ve yeni dünyayı anlamıyoruz demektir. Yine aynı örneği veriyorum: En basitinden ulaşım araçlarının gelişimi durmadı, daha ilerisi de gelecek. 10 saat havadan gidebiliyoruz, bu küçük bir olay mıdır?...
O halde üstadım, bu sorunları aşabilmek için çağın ürettiklerini iyi anlamamız mı gerekiyor? Mesela teknolojiyi?
Sadece teknoloji değil, olamaz da. Bu kültürümüzün baskı altında olduğunu gösteriyor. Gerçi Türkler son zamanlarda bunu aşmaya başladı... Allah diyor ki "Dinde zorlama yoktur. Artık doğru ile yanlış birbirinden seçilip ayrılmıştır." Bu bildiğimiz klasik tefsirle anlayamayız. Ben bunu anlıyorum. Düşünüyordum, geçmişte bu âyetlerin birbiriyle alakası nasıldı diye. Dinde zorlamanın olmayışı ile doğru ve yanlışın birbirinden ayrılmış olması... Biz şu anda karanlıklardayız. Bunu anlamak uzunca bir vaktimi aldı... Allah devam ediyor: "Kim şeytani güç odaklarını reddeder ve Allah’a inanırsa kesinlikle kopmaz bir kulpa yapışmış olur."...
İlk yazdığım kitap Âdem’in oğluyla alakalıydı. "Kardeşi ‘seni öldüreceğim’ dediğinde hiç bir şey yapmadı... Peki, kim kaybetti? "Sen beni öldürsen de ben sana dokunmayacağım… Eğer ben sana dokunursam, -ki sana bu fırsatı vermeyeceğim-, çünkü ben Allah’tan korkarım…” Böyle demişti. Bu doğru ve yanlışın yoluydu... Bu çok büyük bir olaydır; doğru ve yanlışın ayrılmış olması... Kur’an âyetlerini çok iyi okuyup anlamamız gerekiyor...
Mesela, Fecr Sûresi’ni çok okumamız gerekiyor. Ne diyor orada Rabbimiz? "Görmedin mi Rabbin ne yaptı Âd kavmine? Sütun gibi binalar sahibi İrem’e? Ki, o günün dünyasında bir benzeri inşa edilmemişti. Yine kayaları vadiler oluşturma amacıyla kesip oyan Semud’a? Ve piramitlerle dünyaya kazık çakan Firavun’a? Onların hepsi kendi ülkelerinde haddi aşmış kimselerdi, derken orada ahlaki çürüme ve toplumsal yozlaşmayı körüklediler, bu yüzden Rabb’in onların üzerine tevir türlü azap kamçısı yağdırdı. Şu kesin ki, Rabbin her zaman ve mekânda herkesi gözetleyicidir." Bu âyetler mazi, hal ve istikbali anlatır. Buradakiler kuvvet ile hâkimiyet kurup helak olanlardır. Allah gelecekte de kaba kuvvet ile hâkimiyet kuranları helak edecektir, aynen geçmişte ettiği gibi… Kur’an parçalanmış, sanki çocuk oyuncağı olmuş! Müslümanların meselesinin kökeni, onların akletmeyişleridir...
Kur’an iki kez tekrar ederek diyor ki: "Bunlar gelmiş geçmiş ümmetlerdir." İşte böyle bir kitabı bıraktı Rasulullah bize. Ahirette bize Ebu Hanife’den ya da İmam Şafii’den sorulmayacak. ‘Ben bu kitabı indirdim, ona ne yaptın?’ diye soracak Rabbimiz. Akıllılar bu yöntemle ikna ediyorlar, bombalarla değil... Kur’an öğretti bana tüm bu fikirleri. Babamın dinine bağlı kalsaydım bunları anlayamaz, böyle düşünemezdim. Biz büyük atalarımızı görmedik, onlar da bizi görmedi. Ama Allah diyor ki; “Size âyetlerimizi göstereceğiz, sizden sonra gelenleri bile, onun hak olduğu belli olsun diye.” Biz hakkın tarifini bilmiyoruz. Hak olan, bütün insanların Kur’an’dan faydalanması, sadece diktatörlerin değil. Ve bilmiyoruz nasıl uyandıracağımızı insanları. İnsan, hayatının merkezinde. Bu çok eski bir sorun, biz de o zamandan bu zamana çok yol kat’ ettik. Bilmiyoruz, nasıl başladı bu hal. Biz tarihte yaşıyorduk. En son zaman kıyamet günü. Biz ilk zamandayız, ona ulaşmamız mümkün değil. Son vakit gelmedi, biz ilk vakitteyiz, bu büyük bir sorun. Lâkin "Allah’ın zafer garantili fethi geldiğinde ve insanların kitleler halinde Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde"... Bir sürü insan Arap yarımadasında İslam’a girdi. Âlemler için nimet olduğunu söylüyorlardı ve Kur’an onların iman ettiğini kaydetti. Onlar kuvvet ile girmediler İslam’a... Müslümanlar ilk kez konuştu ve biliyoruz ki, halklar, mustazaflar, Bilaller anladı adaletin gerçek anlamını. Ebu Cehiller anlamadı! Acayip bir şey, insanlar beni yaşadıkları hayata götürmek istiyorlar. Oysa Kur’an bana bunu öğretmiyor. Biz Allah’ın gönderdiğinden başkasını yüceltmedik ve savunmadık! Kur’an, Allah’ın Rasulü’ne gönderdiğidir ve onu ölüler için okumayız.
KUR’AN’A VERİLEN ÖNEM VE ONDAN İSTİFADE ETMENİN YOLLARI
Kur’an’a verilen önemin seviyesini dünyada ve hassaten Suriye’de nasıl buluyorsunuz? Sizce bu önemin niceliği ve niteliği nasıldır?
Yaygın bir şekilde görüyoruz ki, insanlar medreselerde Kur’an’ı okuyor, ezberliyor ve tecvidini öğreniyorlar. Bunu da büyük bir ilim ve dindarlık sayıyorlar. Oysa, “Doğru ile yanlış birbirinden ayrılmıştır” zaviyesinden bakınca durum farklı görünüyor. Allah’tır bizi karanlıklardan aydınlığa çıkaracak olan… İslam âlemi ve Arap âlemi karanlıklardadır. Onlar Kur’an’ı baştan sona ezberliyorlar. Hattâ sûrelerin rakamlarını, Kur’an’daki sıralarını, âyetlerin rakamlarını bile ezberliyorlar, ezberden okuyorlar. Onlara göre ‘Kur’an’ın hafızı olmak’ rakamlarla onu ezberlemektir... İran’da küçük kızlar baştan sona ezberlemiş Kur’an’ı, televizyonda gördüm. Sanki bilgisayar gibi okuyorlar. Aradaki fark nedir? Yok bir fark, bilgisayar da ezberliyor, hatta daha iyi saklıyor. Ama asıl mesele şudur; bilgisayar düşünemiyor, akledemiyor. Bu yüzden bu şekilde yapılması yanlış. Bu sebepledir ki biz Kur’an’a iman kapısından girmeye hâlâ uzak bir mesafedeyiz. Birçok insan okuyor, okuyor! Lâkin aslolan okuyup anlamak ve yaşamaktır... Kur’an’dır bana bunu öğreten.
Adalet, insan hakları… bizim vazifemiz… Ben bazı üniversitelerdeki hocalara şöyle söyledim: Siz Kur’an’ı anlaşılır bir kitap gibi okuyamıyorsunuz. Çünkü bilmiyorsunuz ki; Kur’an isteyene hidayet verir. Bu bir mesuliyettir. Kur’an mesuliyeti, dağların yüklenmekten kaçındığı, ama insanın yüklendiği ağır bir emanet. Nasıl anlaşılacak? Kuvvet ile mi? Asla! Akıl ile anlaşılacak. Eğer aksi öyle olsaydı merkep insandan çok daha güçlü… Yer ve gökler emaneti üstlenmekten kaçındı, çünkü güneş mekânını değiştiremez. Ya da başka bir şeye dönüşemez. Bu kanun. Sadece insan bunu başarabilir.
Tüm bunlardan biz Allah’ı mahlûkattan ve yarattığı insandan yola çıkarak tanımak ihtiyacını hissediyoruz. Çünkü başka bir nebi gelmeyecek. Allah’ın sünnetinde de bir değişiklik olmayacak. Toplumların ya da kişilerin kurtuluşu için yasalar hep aynı kalacak.
Üstad, geçtiğimiz Ramazan ayından gelecek Ramazan ayına kadar Türkiye’de “Kur’an Yılı” ilan edildi. Bu bağlamda Müslümanlar Kur’an’dan gerçek manada istifade etmeyi nasıl başarabilir?
Çok güzel bir suâl. İslam’ın rükünleri beş tanedir. Kelime-i şehadet ve zekât ibadetten değildir. Bu ikisi söz ile ikrar ve mal ödemesidir. Ancak namaz, oruç ve hac sembol ibadetlerdendir. Koyduğumuz mana kıymetinden gelir. "Şüphesiz namaz kötülüklerden alıkoyar." Eğer namaz sana kulluğun sadece Allah’a mahsus olduğunu, insanlara kul olunamayacağını öğretmiyorsa o namaz namaz değildir, bu durumda namaz tağut için olur.
Müşrik Allah’ı yalanlamaz. Onun yanlışı, aynı kelimeyi hem insan için hem de Allah için kullanmasıdır. Öyleyse "Dini yalanlayanı gördün mü, o yetimi doyurmaz, yoksula yiyecek vermez, veyl olsun o namaz kılanlara. O namaz kılanlar ki yoksulu doyurmayı sevmiyorlar.” Onlar Müslüman değil. Münafıkların sıfatı Müslümanlara yapışınca onları Müslüman zannediyoruz. Münafıklık ve yalan onların en bariz sıfatları. Bizler çoğu zaman yalancılık yapıyoruz. İnsanlara ibadet ediyor, Ramazanda çokça Kur’an okuyoruz, tabii ki ‘teberrüken’, bereket görmek için. Ama, Avrupa Birliği’nin ‘hak’ üzere yapılandığını söylemiyoruz... Demokrasinin mahiyetini anlamak istemiyoruz. Kimse bunu söylemeye cesaret edemiyor. Demokrasi araba gibidir. Bir kişi bir orduyu öldürebiliyor... Katletmek yöntemimiz değil, olmamalı! İnsanların hidayetidir önemli olan, önemsenmesi gereken.
Din hâlâ semadan inmedi ve maalesef insanlar güce kulluk ederek yaşıyorlar! Müslümanlar olarak bu güç saplantısından kurtulmamız gerekiyor. Tarihi doğru okumak çok önemli… Kur’an diyor ki; “insanların nasıl yaratıldığına bir bak”... İşte bunu anladığımızda birçok şeyin değiştiğini, düzeldiğini göreceğiz ve sorunlarımıza çözümler bulacağız... Yeter ki aklımızı Kur’an’ı anlamaya açalım...